"Efendim! Ahfeş, hikmet ve irfan öğrenip öğretiyordu. İslâmiyet’in dışındakiler de küfür ve ilhad öğretiyorlar..."
Behlül Dânâ keçi hikâyesini şöyle bitirmiş:
-Ahfeş’in dersleri düzelmiş ama onun keçiye anlatması ve keçinin de onu dinlermiş gibi yapması, keçiyi bir türlü konuşacak hâle getirememiş.
- Gel gelelim buradaki kıssadan hisseye…
- Efendim! Ahfeş, hikmet ve irfan öğrenip öğretiyordu. İslâmiyet’in dışındakiler de küfür ve ilhad öğretiyorlar. Âli İmran suresinin yüz kırk dokuzuncu âyetinde buyuruluyor ki: “Ey îmân edenler! Siz eğer kâfir olanlara uyarsanız sizi gerisin geriye (küfre) çevirirler de büsbütün hüsrana uğrarsınız.”
- Allah muhafaza! Anlattıklarınızdan anladığım kadarıyla görüyorum ki bu hususta tecrübeliyim.
- Tecrübelisiniz ama tam değil Sultan'ım! Ne hocayı, ne talebeyi, ne halkı ne sultanı alâkadar etmeyen meseleleri döküp duracak olursam, daha doğrusu benim anlatmaya, sizlerin de dinlemeye mecbur kaldığı şeyler iki tarafı da alâkadar etmezse, sohbetimizin tutar tarafı kalmaz! Müsaade ederseniz şimdi size son bir nasihat daha edeyim.
- Zaten onlar için buradayım Behlül!
- Siz akıllı, tecrübeli bir hükümdarsınız Sultan'ım. Kendinize ve etrafınıza yaptığınız tesirleri de bilirsiniz. Yaptığın işi sevdiğin, pek kabullendiğin aşikâre ve açıkça belli. Mertlik yap bu sultanlık işinden elini çek de, hem siz hem halkın hem de mesai arkadaşların sevinsin!
- Neler söylüyorsun Behlül? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?
- Ne olur, ne de olmaz şeyler söylüyorum Sultan’ım! İlim öğrenmeye ve öğretmeye heves ediyorum Ahfeş gibi. Belki fazla mala mülke ihtiyacım olur da senin boş bıraktığın yeri ben doldururum. Hem kendim ferahlar, hem seni ferahlatırım!
- Amma gevezelik ettin! Allaha ısmarladık!
- Güle güle Sultan’ım!
***
Öğle güneşi keskin, beyaz ışınlarını yayıyordu. Masmavi gökte tek bulut yoktu, yaprak kımıldamıyordu. Yoksa, Sultan'ıma sarf ettiğim cümlelerden dolayı bana mı öyle geliyordu. Her şey kendi hâline öylesine dinlenirken, sadece kızgın bir nardan topun ışığı akıyordu semadan. Etraf her zamanki gibi ıssızdı. Çimenlerin üzerine; ağaçların ağır ve kımıltısız mor tülden gölgeleri inmişti.
Yer yer devrilmiş bahçe duvarının kenarında bulunan çukurlarda yaban hayvanları uyukluyordu. Sıcaktan mı ne bütün serçeler, sığırcıklar, kargalar susmuştu. Yarısından fazlası güneş alan bir gölgeliğe oturmuş, çevreme bakıyordum ibret dolu nazarlarla.
İhtiyar ağaçların yaşlarını merak ediyorum, tenhalığın içinde doğduğum yerleri, annemi, babamı ve iki saf Müslümanın daracık evlerindeki, daracık hayatlarını unutmamaya çalışıyordum. Kuşlar gibi hür olmanın tadını çıkarıyor, hesaba çektiğim hayal gücümü ölmüş ecdadımın ve yaşayan konu komşumun canlı hatıraları arasında rastgele gezdiriyordum.
DEVAMI YARIN