Mektuplarda olsun, mesajlarda olsun ne edebiyatlar parçalıyor ne şairane laflar döktürüyorduk karşılıklı.
Aşk, insanın hayatı boyunca yaşayabildiği en mühim, en büyük hissiyattı bize göre. “Eğer birine âşıksan, sevdiğini gördüğünde kalbinde bir heyecan basar…” diye inanıyorduk. Hatta çiçeklerin aşk için açtığına, nehirlerin onun için aktığına, kuşların cıvıldaştığına, yağmurların onun için yağdığına, mavi gezegenimizin de onun için döndüğüne inanıyorduk.
“Gözlerim gözlerine değdiğinden beri hep seni düşünüyorum. Ve şimdi hakiki hayatı yaşıyor, sensiz olamayacağıma inanıyorum sevdiğim…” diye başlayan kaç tane mektup ve mesaj yazdığımı, ne şiirler karaladığımı bilemezsiniz.
En ateşli zamanımda zavallı anacığımı susturmuş, mert babacığımı ikna etmiş bir şımarık kız olarak; meydan muharebesi kazanmış muzaffer bir komutan edasıyla Tanju'nun telefonuma gönderdiği mesajlarını okurken ne kadar çok sevildiğime inanıyordum:
“Eğer nefes almak ve seni sevmek arasında seçim yapmak mecburiyetine kalsaydım, son nefesimi, ‘Seni seviyorum...’ demek için kullanırdım.”
“Sana olan aşkımı kimse bilemez ve asla ölçemez, sadece sen hissedebilirsin…”
“Hayatımı renklerin en güzeliyle boyadın ey hayallerimin perisi, rüyalarımın süsü…”
“Bu sevda bende olduğu müddetçe, hayattan başka bir şey istemem!”
“Bir doktor hastalığıma müdahale edip hayatımı kurtarabilir, bir avukat davalarımı müdafaa edip beni savunabilir, bir asker benim için harp edebilir ama sadece sen bana hayatın hakiki manasını yaşatabilirsin!”
“Sensiz bir dünya tanımıyorum, varsa da yalandır!”
Mektuplarda olsun, mesajlarda olsun ne edebiyatlar parçalıyor ne şairane laflar döktürüyorduk karşılıklı. Neler neler yoktu ki. Oysa hakikat hiç de öyle olmadı!
Kan kırmızı yuvarlak bir külçe, şehrin üstüne doğru yavaş yavaş inmeye başlarken; yekpare, geniş ve zirvesi görünmeyen bir volkandan; kızgın lav ve kül parçası hâlinde, kızıl bulutların arasından misli görülmemiş bir ateş ve ışık yağmuru boşanıyor ve bütün şehrin caddelerini, tarihî eserlerini, denizi, yeşilliklerini kan rengine boyuyor, cayır cayır yanıyormuş gibi yalancı ateşler içinde bırakıyordu. Oysa yanan sadece bendim!
***
YUVA HEYECANI
Bak yine mevzudan uzaklaşıyorum. Neyse…
Mekteplerimiz bitmiş, iyi kötü kendimizi idare edecek kadar iş de bulmuştuk. Her ne kadar anneciğimin “Birini anlayıp dinlemeden can-ı gönülden sevmeden parmağına geçireceğin yüzük senin esaretin olur... Hem ruhunu hem kalbini hem ömrünü sana adayacak olanı, seni ele güne muhtaç etmeyecek birini tercih et…” dese de evlilik için hiçbir mâni kalmamıştı. Aylarca gezip tozduktan, düşünüp taşındıktan sonra evlenmeye karar verdik…
Oturduk Tanju'yla her şeyi açık açık konuştuk. Ailelerimize öyle bir ders vermeliydik ki yaptıklarına bin pişman olsun; “GENÇLER HAKLIYMIŞ MEĞER…” desinler, diye düşünüyorduk. Birçok hususta hemfikirdik, kolay anlaştık…
“Pahalı eşya almayacak, masrafı olmasın diye düğün salonu tutmayacak, iki taraftan kimseye de yük olmayacaktık…” DEVAMI YARIN