“Sert rüzgârlar, karanlık geceleri, yüksek tepeleri severmiş...”

A -
A +

Hem güldüm hemi de ağladım içimden “Yaprak” ismi geçince! Niçin mi? Zavallı olduğum için, ya da kullanıldığımın farkına vardığım için! Biliyorum benim hatalarım da yok değil, farkımız; ben ikimizin de huzur ve saadeti için istedim, oysa o, yalnız kendi nefsinin peşindeymiş meğer!

 

 

 

Belki ıslandığın bir yağmur dahi olamadım,
Senin yüreğine damla damla hiç dolamadım…

 

Silmemişim, lazım olur diye işte onlardan bazıları:

 

“İnci dişlerini gösterdiğin gülüşün, ekmek kırıntıları gibiydi, bense aç bir serçe. Karın tokluğuna sevdim seni…”

 

Ondan da cevap gelmiş:

 

“Sert rüzgârlar, karanlık geceleri, yüksek tepeleri severmiş, aynen benim seni sevdiğim gibi…”

 

Hiç durur muyum? Hemen ilave etmişim içimden geçenleri:

 

“Hani en güzel aşklar imkânsız gelir ya insana, zor değil, öyle imkânsız olduğun için müptelayım sana!”

 

O da cevaplamış:

 

“Senin yazdığının en az iki misli de benden…”

 

Tekrar yazmışım “CANSIN…” o da cevaplamış; “CANANSIN…”

 

Daha neler neler. Ayıp sayılabilecek ifadeleri yazmıyorum. Uzun söze ne hacet; bunlar bile sevdamızın sıradan olmadığını, platonik bir aşk olduğunu göstermeye yeter de artardı bile...

 

Gel de tutulma!

 

Şu aşk denilen şey resmen bulaşıcıymış. Ondan artık emindim. Radyasyon misali; lüzumsuz bir sebeple bulaşabilir mi? Elbette bulaşır. Bulaştı mı artık kurtulması çok zordur, içten içe yer bitirir muhatabını. Kurtulduğundaysa hazinelerini yağmalatmış, kıymetli mücevherini kaybetmiş, diğer bir ifadeyle talan edilmiş gibi olursun. Uzak durmanın elzem olduğu bir şeydir lakin kendini muhafaza eden insan da çok az çıkar. Tarif edenler; kişinin, başkasının tutkusunu, ateşini, hayallerini ya da hayatını yaşama hırsıdır ölümüne sevmektir aşk.

 

Aşkla sevmenin, en mühim hususiyeti; gözler kör, kulaklar ise sağırdır. Âşıklar tek bir şeyi görür, tek sesi duyarlar artık. Ne yapsan ne etsen vız gelir, tırıs gider. Aşk, kişinin kendi ateşiyle, ihtirası ile başkasının ateşine olan düşkünlüğünden ileri gelir. Obsesyon, tutku, ihtiras de, ne desen de… Şunu iyi bilmek lazım ki âşık olan, hipnotize olmuş, hakikatlere sırtını dönmüş demektir. Bu insanların uçurumdan yuvarlanmama ihtimali ise daha düşük…

 

Bir masalla anlatayım:

 

Dedim ya masal bu…

 

Günün birinde, dünyanın bir yerinde, insanların bütün hisleri buluşmuş. Can sıkıntısından mı ne? Çılgınlık, her zamanki gibi çılgınca bir fikir ortaya atmış: “Gelin saklambaç oynayalım!” demiş.

 

“Alaka” kaşlarını kaldırmış, “Merak” ise kendini tutamadan “saklambaç mı, nedir o?” diye sormuş.

 

“Bir oyun” demiş çılgınlık. “Ben gözlerimi kapatıp bine kadar sayacağım, bu arada siz saklanacaksınız ve saymam bittiğinde, ilk kimi görürsem ebe o olacak.”

 

“Heyecan” ve “Coşku” birlikte hoplamış, zıplamış. “Neşe” o kadar çok hoplayıp zıplamış ki Şüphe’yi ve hatta hiçbir şeyle alakadar olmayan Alaka’yı bile ikna etmiş… DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.