"Şeytan Değirmeni’ne indikten sonra çok rahatlamıştım..."

A -
A +
"Kor Pınara ulaşınca yorgunluktan bitap düşmüş bedenimi sırtüstü sonsuz göğün altına yığılırcasına bıraktım."
 
Öyle sık bir meşelikti Verintap’ın meşeliği; ağaçlara oramı buramı çarpa çarpa aştım ormanı. Her çamın canlı bir şahsiyet gibi geldiği oldu mu size? Gövdesine dokunduğunuzda kahverengi teninin titrediğini hisseder misiniz? Dallarına bakıp toprağın ne nimet olduğunu anlar mısınız? Siz o yeşil renkli canların bir yere kazık gibi çakılı olduklarına aldanmayın! Kuşlar göklerden, hayvanat uzak ufuklarından haber getirirler bilemediğiniz bir lisanla konuşur anlaşırlar. Birisi dalını kırdığında, insanoğlunun kolu kırılmasına benzer, bir feryat koyverdiğini siz biz işitmeyiz ama onların feryadını duyan vardır! Her çeşitten ağaçları severim ben. “Herhangi bir sevimli yavrucağı sever gibi” değil, adam gibi severim…
Ormanı binbir güçlükle geçip Şeytan Değirmeni’ne indikten sonra önüm açılınca çok rahatlamıştım. Rampa üzeri tırmanmadan önce çarıklarımı çıkardım, ayaklarımı serin suya soktum, başımı, yüzümü gözümü iyice yıkadım. Neredeyse Aha’dan çıktığımdan beri banyo falan da yapmamıştım. Her gün yollarda, oruçlu oruçlu bir köye yetişme, bir aşır okuyup köylülerin vereceklerini alma telaşındaydım. Biraz soluklandıktan sonra başımı kaldırdım, gidecek yoluma göründüğü yere kadar baktım. İyice tepeye yaklaşan biri ağır adımlarla yürüyordu. Onu hedef alarak hemen yola koyuldum. “Hiç olmazsa yol arkadaşım olur… yalnızlıktan kurtulurum...” diye düşünüyordum. Gördüğüm karaltıya ulaşmak için yorgun olmama rağmen rampa yukarı hızlı yol almam icap ediyordu. Bir o kadar çabayı da bu taşlı dağa tırmanabilmek için harcadım. Tepeye ulaşmanın insana verdiği “Her zorlukla baş edebilirim…” hissini bilmem hiç tattınız mı? Ellerim, ayaklarım yara bere içinde kalsaydı da huzurluydum. Her yanım ağrıyordu ama değmişti doğrusu.
Kor Pınara ulaşınca yorgunluktan bitap düşmüş bedenimi sırtüstü sonsuz göğün altına yığılırcasına bıraktım. Zirvesinde bulunduğum yerden vâdileri çevreleyen diğerlerinden daha yüksek, böylelikle sağ tarafımdaki dağın bulut denizi içinde yalnız adaya benzeyen zirvesine yukarıdan bakabiliyorum. Önümdekine kavuşamamıştım ama o gidişine göre yakalayacağımdan emindim. İn cin top oynuyor derler ya o çeşitten etrafta hiç kimse olmadığı gibi canlı namına da bir şey yok. Köyümde hissetmeye çalıştığım yalnızlık duygusunun şimdi hakikisiyle tanışıyordum. Meğer benimki kötü bir kopyadan öte bir şey değilmiş. Bütün dünyada önümde giden ve ben yalnızdık sanki. Hafif hafif esen rüzgârda güneşin batmaya yakın mavi ve kırmızının tonlarına boyadığı kullanılmış pamuk istifi gibi görünen bulutlar hızlı hızlı akıyorlar tepemden, dünyanın dönüşünü, zamanın akışını hatırlatırcasına.
Nereye gidiyorsunuz ey bulutlar? Beni de götürün. Uçan halı gibi binsem üzerinize... Siz nereye ben oraya uçsam, uçsam… Düşmanların olmadığı, acıların yaşanmadığı, kimsenin, hiç kimsenin ağlamadığı bir hayatın bulunduğu yerlere götürseniz. O zaman hayatın ne manası kalır bilmiyorum ama huzuru seviyorum… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.