Sıkıntılarım beni pek fena sarsıyordu!..

A -
A +
Bunca vefasızlık varsa özünde,
Onların kıymet-i harbiyesi kalmaz gözünde!
“Fiyatı kaça” deseler bana?
“Hiçe’der” geçerim ona!
Muhabbetim olana.
Kurban olunur,
Her derdin de bir çaresi bulunur!
Biten irtibatın ardından sağda solda konuşmayacaksın.
Sahiplenmedin madem, adam gibi dilini tutacaksın!
Paniğin lüzumu yok!
Olmasın her kelime kalbimize atılmış bir ok.
Boş laflara karnımız tok!
Gittiğin yerde boşluk dolduran değil,
Gittiğin zaman boşluğu doldurulamayan ol.
Kırılmasın kafa kol!
Hava ol, su ol,
Ne olursan ol
Ama mutlaka huzurla dol!
          ***
Mevsimler nasıl da çabuk geçiyordu. Yazın son, güzün de ha yağdı yağacak kurşunî bulutlarla kaplı bu ilk gününde, İstanbul’a koyu ve kasvetli bir hava hâkimdi. Marmara Denizi’nin, Boğaz’ın lacivert suları, bulutlu gökyüzünün yansımasıyla mı ne neftî bir renge bürünmüştü. Sanki benim gibi kuşların, martıların da keyfi yerinde değildi.
İkinci defa yattığım 29 Mayıs Hastanesi'nin odalarından çocuk feryatları, hasta iniltileri duyuluyor, içimi acıtıyordu. Elimde olmadan kendimi bir darülaceze ve ıstırap evinde sanıyordum. Sıkıntılarım beni pek fena sarsıyordu.
Gözümün önünde belirlenen ilk ve tek şekil, canım Aylin arkadaşımın solgun çehresinin altındaki kırmızı kan peltesiydi. Onu bu hâllere getirenleri, gençliğini, istikbalini harap edenleri Allahü teâlâya havale ediyorum! Bir şey diyemiyorum sadece içimden geçenleri söylüyorum “Rabbim müstehaklarını versin! Yarın mahkeme-i kübrada nasıl hesap verecekler?” dedim, ağladım. Gözlerimden sicim gibi dökülenlere mâni olamıyordum.
“Bir gecede bir insan bu kadar acıyı kaldırabilir miydi? Kaldıramadım işte. Sigortalarım atmış olmalı ki yine aynı hastaneye ve aynı doktora getirmişler” diye düşünüyordum ki dışarıdan yankılanan sabah ezanı sesleriyle birlikte odamın kapısının çıt diye açılmasına başımı kaldırdım. Kapı aralığından bir silüet görünüyordu. Aklıma ilk olarak Doktor Nefise Hanım geldi. “Bu saatte burada ne işi olabilirdi ki?” dedim ama yürüyüşünü de ona benzettim.
Gülü dalında,
Edebî sevdik adamda!
Dikenler yüreğini kanatsa da.
Sükûta bürünen dilleri sevdik!
Biz, öfkesi kor olsa da...
Tebessümü yüzüne buse yapanları beğendik!
Sevince, iş olsun diye değil de;
Adam gibi sevdik!
Ve sevildik!
     ***
- Nefise Hanım, sen bu saatler?
- Geçmiş olsun Jale Hanım kardeşim. Sana demedim mi stres, sıkıntı, dert etmeyeceksin yaşadıklarını?
- Demesine dediniz de elimde değil ki. Pat diye gelip musibet önüne düşüyor insanın.
- Maalesef! Onun için hep hazırlıklı olmak lazım!
- Neye?
- Ahirete!
- Ooo Doktor Hanım, sen nelerden bahsediyorsun? Arkadaşlarım, işim, gücüm, okuduklarım bütün çevrem bize ahireti unutturmaya çalışıyor, sen de tam aksine suyu inişe değil ters istikamette, yokuşa akıtmamı istiyorsun! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.