Jale'nin yazdığı uzun mektup şöyle devam ediyordu:
Kendilerinin olan tek kelime yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki… Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, kalbinden mi, aklından mı, rüyalarından mı, hakikatlerden mi? Bu suâllerin cevabı kaç kalpten geçip yerini bulur bir başkasında? Hakikaten yerini bulur mu dersin?
Sıkıntımı anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıyor Tanju. Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada konuşup yazdıklarım havanda su dövmekten maada işe yarayacak mı bilmem? Bilme imkânım olsa da insanların kalpleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten ve samimi olurdu. Aklı, mantığı hepten silmeli diyorum insan münasebetlerinde.
Yazdıklarımı dikkatlice oku, ne demek istediklerimi gönülden anlamaya çalış. Bu söylediklerimde yanlış yolda mıyım, yanılıyor muyum? Öyle olsa da ne yazdığımı biliyorum ya…
Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yepyeni, sevinebileceğim bir şeyler… Pamuk tıkadım kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Nereye kadar kaçacaksın bizden? Belirsizlik çok fena acı veriyor! Kesinlik ise daha çirkin. Sessizlik, sesten hele de dedikodulardan, kof, maksatsız sözler dinlemekten iyi olsa da gençliğim hızla geçip gidiyor ve ben salakça bakmaktan maada bir şey yapamıyorum!
Bana eskisi gibi iç zenginliği ver, rüyalarımı süsle; ne bileyim yanımda ol bütün kuvvetinle.
Mavi gezegenimizin usul usul ağaran o dumanlı sisli sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen sessiz akşamlarını hatırla, nasıl da tesirine alır bizi, hislendirirdi değil mi? Doyumsuz istekler, çirkin alışkanlıklar öldürüyor bütün güzelliklerimizi, değişmek ise hepten çirkinleştiriyor. Dönmek ise yeniden doğmaya eş müjde olur bizlere.
Kimse kimsenin hayallerine yetişemez ve kimse geçemez hakikati bir adım bile. İnsanın minnacık ömrünün karşısında bu kadar büyüklenmek de ne oluyor?
İstemenin, almanın, harcamanın sınırı, kuralı ve belli bir mantığı olmadığını öğrendim. Almanın, harcamanın evveli, ahiri ve sınırı da yokmuş meğer. Öğrendim ama çok pahalıya mal oldu. “İstemek, hayatın kendiliğinden ortaya çıkardığı bir neticedir…” deseler de öyle olmadığını bir daha anladım.
Ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz ifadeler bunlar… Sadece yazıyorum sen anlarsın diye.
Biz hepimiz muharebe sahasındayız ve etrafımız da dikenli tellerle sarılı. Her münasebette bir parçamız takılır kalır ve bölüne bölüne bitiyoruz da farkında değiliz Tanju.
En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır. Acı olan ise onu kendi ellerimizle ortaya çıkarmaktır...
Kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsünde, ufuklarımızsa sisler içinde... O direksiz gök kubbe nasıl sığar küçücük gözlerimize? Daha ne kadar saklanacağız karanlıklara?
Nedir, daraldığımız her yerde bir genişlik hissi veren içimize?
Bu suâllerin cevabını biliyoruz aslında. Problemin büyüklüğü her taraftan da rahatlıkla görülüyor. Görülüyor ama çözülmüyor bir türlü, çözemiyoruz da zaten! DEVAMI YARIN