Şimdiye kadar hiç böyle bir gazete okumamıştım

A -
A +

Tanju’nun eksikliğinden olsa gerek keyfim hiç yerinde değildi. Böylesi bir ayrılık ne duyulmuş ne de görülmüştü. 

 

 

KÖTÜ ARKADAŞ durmaz, çıkarır seni yoldan,

 

Kuşatır her yanını, saldırır dört bir koldan,

 

Tırmanma ağaçlara, düşersin sonra daldan,

 

Sen ister okumuş ol, ister sade vatandaş,

 

Onun için fark etmez, ezer kötü arkadaş!

 

 

 

Hile hurdası çoktur, hem bitmez numarası.

 

Cahili kifayetsiz, beladır ümerası.

 

Sağı solu belli olmaz, zengin, fakir arası.

 

İki eli cebinde, koymaz taş üstüne taş,

 

Kimseye rahat vermez, gezer kötü arkadaş!

 

 

 

Aldanıp kanmayasın, yalan dolan sözüne.

 

Elinden kurtulmak zor, kestirmeye gözüne.

 

Çok hatasını görüp tükürsen de yüzüne!

 

Rahmet yağdı diyerek, olmadan sana yoldaş,

 

Durma kaç kurtul yoksa, sezer kötü arkadaş!

 

 

 

Sevsen bile anlamaz, menfaattir dünyası,

 

Sakız gibi yapışır, yüklüdür arabası,

 

Bazen mazlum görünür, fakir, yetim babası.

 

Aldanıp kapılmadan, dikkat et olma yandaş,

 

Çok emek verdiğini, bozar kötü arkadaş!

 

 

 

Tanımaz hiç kimseyi, dostunu düşmanını,

 

Bir de bakmışsın meğer, çalmışlar îmânını,

 

Hoca Efendi verme, kıymetli zamanını.

 

Verseler de dünyayı, olma onlarla sırdaş,

 

Çabuk alıp satarlar, bezer kötü arkadaş!

 

               ***

 

     VAY BAŞIMA!..

 

İçinde bulunduğumuz dünyanın dert, belâ ve musibetlerinden, akla hayale gelmeyecek med ve cezirlerinden yani hayatın inişleri ve çıkışlarından, yaşadıklarımızın artıları ve eksilerinden sarsılmayan, Ehl-i sünnet müminlerin kalbi, dağ gibi kavi ve sağlam olmalı. Niçin? Çünkü dağ; sıcakta erimez, soğukta donmaz, rüzgârda devrilmez ve sel alıp götürmez de ondan...

 

Can sıkıntısından gazetemi elime almış her bir köşesini didik didik okuyordum. “Şimdiye kadar hiç böyle gazete okumamıştım…” desem, abarttığımı sanmayın lütfen. Reklâmlarına, küçük ehemmiyetsiz haberlerine ve ilânlara varana kadar tek tek inceliyor “Bir şey bulabilir miyim?” kabilinden dikkat kesiliyordum.

 

Hakikat şuydu: Tanju’nun eksikliğinden olsa gerek keyfim hiç yerinde değildi. Böylesi bir ayrılık ne duyulmuş ne de görülmüştü. Bulunduğum yere, ortama göre acemi bir tiyatrocu gibi durmadan rol değiştiriyordum. İşte başka, yolda başka, evde tek başıma olunca başka ve çocuklar yanıma gelince her şey yolundaymış gibi bambaşka davranıyordum. Bu işe tiyatro denmezdi de ya ne denirdi? Fârisî bir ifadede “Men çi guyem tamburem çi guyed? / Ben ne söylüyorum tamburam ne çalıyor?” misali, durumumu çok iyi özetliyordu. Diğer bir ifadeyle; dışarıya sahte gülücükler dağıtırken içim kan ağlıyordu.

 

Bu arada abonesi olduğumuz gazetemizin bir köşesine sıkıştırılmış küçük bir resim dikkatimi çekti. Aşina olduğum simalardan biriydi. O yüzden daha da merak ettim. Hiç bilmediğim bir hususiyetinden bahsediliyordu altındaki yazıda. Adam hem Türk, hem de Müslüman hayranıymış meğer.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.