Sineklere vızıltı neyse, şoförler için de motor gürültüsü oydu...

A -
A +

Lütfü Hoca, başına gelenleri heyecanla anlatıyordu:

- Oturduğu masadan kalkan iri yarı biri, “Yavaş ol!” dedi ama duymazlıktan geldi, aldırmadı. Ne yapacağımı bilemez bir hâlde kaçacakmış gibi dış kapıya yakın olmaya çalışıyordum. Bir ara silah şakırtıları duydum ama bir mana veremedim. Sanki biri “doldur boşalt” yaptı.

- Yine mi uyanamadın?

- Dünyamızda, kötülük düşünmek, olmadığından, korksam da olabilecekleri tahmin edemiyordum. Kendi kendime, “Herhâlde yanlış duydum…” dedim. Beni oraya getiren, elini askılardan birine attı, bir takım lacivert elbise çekip çıkardı. Sonra bana döndü, “Sana olur” dedi, yukarı kaldırdı uzaktan gösterdi. Benden müsbet veya menfi bir hareket gelmeyince onu tezgâhın üzerine koydu, sahibi olduğunu sandığım adamın yanına gitti. Alçak sesle bir şeyler konuştu, duyuyordum ama tam anlayamıyordum. Baktım iş sertleşmeye doğru gidiyor yavaşça geri geri, dış kapıya doğru uzaklaşmaya çalıştım. Gözlerim pürdikkat üzerlerinde, bilhassa korktuğumu belli etmemeye itina gösteriyordum. Beni götüren, ipe-sapa gelmiyordu. Bir ara “Bu Türk hacısı zengin, mutlaka çok parası vardır! Gel katledelim! Paralarını paylaşalım! Biraz sonra kafileleri çekip gidecek zaten…” dedi. Benim anlamadığımı düşünüyor olmalı ki sözlerini fazla saklamaya ihtiyaç duymuyordu. İçerideki adam, bu son cümleyi duyunca hiddetlendi. Hırsla suratına bir yumruk indirdi. Adam, paldır küldür iki seksen uzandı tahtaların üzerine. Döven, “Türk İslâm…” deyip bağırıyordu ki ben tabana kuvvet merdivenleri çıktım. Başladım koşmaya. Önceden zihnimden koyduğum işaretleri takip ederek buraya kadar geldim. Doğrusu nasıl geldiğimi de tam anlamış değilim. Anlayacağınız beni getirdiler! Nefes nefese kalmayayım da kim kalsın!

- Allah Allah! Olacak şey değil! Büyük geçmiş olsun Hacı Hocam! Burada çok Ermeni olduğunu söylüyorlardı. Böyle hadiseler daha önceden de olmuş. Hatta kaybolan, bulunmayan hacılar bile varmış. Ben de bu hikâyeleri çok dinlediğimden Hacca cesaret edemiyor, korkuyordum. Siz önümüze düşmeseydiniz yine gelemezdim. Büyük geçmiş olsun hepimize de...

- Cenâb-ı Allah razı olsun Dilaver Hacım!

- Bir yaş daha kocadım!..

Cebinden çıkardığı mendille, yüzünün terlerini silen Hacı Lütfü Hoca, neden sonra başını kaldırıp otobüse baktı. Hacıların çoğu binmişti. Şoför;

- Haydi gidiyoruz! Kimse kalmasın! İnşallah Halep’te de mola vereceğiz. Orası daha ucuz, çeşit de bol. Eksiklerimizi oraya bırakalım, deyip direksiyonun başına geçince bütün hacılar da yerlerine oturdu.

Sinekler için vızıltı neyse, şoförler ve uzun sefer yolcuları için de motor gürültüsü oydu. Her zaman yolculuğun ayrılmaz bir parçası, onun sembolü olmuştu bu gürültü.

Muavinin pencere sürgülerini açarken çıkardığı ses, ruhunda derin bir hasretlikle yankılandı. Sanki uzun seneler hep bu şartlarda otobüsün içinde yaşamış, alışıp gitmiş, kendilerinden ayrılmaz bir parça olmuştu. Küllerle örtülmüş bir köz vardı kalbini tutuşturan, içini ısıtıp aydınlatan… DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.