Şirin şehrimiz Bağdat Dicle ile hayat buluyordu...

A -
A +

“Hikmetinden suâl olmaz" dedim, kulübemin önünde oturduğum yerden etrafı seyretmeye devam ettim.

 

 

 

Sanki ayın nurudur,

 

Müminin huzurudur,

 

Dertli derdin unutur,

 

Sultan-ı cihansın sen.

 

 

 

HOCA neyi özlersin?

 

Sevda yolu gözlersin,

 

Sırlarını gizlersin,

 

Diline hâkimsin sen.

 

               ***

 

     GÖRÜLMEMİŞ VAAZ

 

Burada öyle başka memleketlerdeki gibi aylarca devam eden karlı buzlu kışlar görünmez. Ya yağmur yağar, ya da ılık bir meltem eserdi püfür püfür. Birkaç gün önce şehrin üzerini kaplayan duman rengi bulutlar çoktan dağılmış, yerini; tek tük pamuk parçaları misali bulutçukların savrulduğu boncuk mavisi semaya bırakmıştı. Devasa bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla geçip giden Dicle’nin suları iyice kabarmış, dinmeyen, kendine has o şırıltısıyla, gece gündüz akıp duruyor… Nehrin etrafı, envâiçeşit renk ve desende tomurcuk ve çiçeklere bezenmişti. Yuvalarından çıkmış börtü böcek ise hayatta kalabilme mücadelesine çoktan başlamışlar. Şu bir hakikatti ki Rabbim, nehirle bereket yağdırıyor, şirin şehrimiz Bağdat hayat buluyordu.

 

“Hikmetinden suâl olmaz" dedim, kulübemin önünde oturduğum yerden etrafı seyretmeye devam ettim. Neler düşünmüyordum ki? Başta hiç unutmadığım Sevgili Peygamberimizi, çektiği sıkıntıları, ümmetine olan merhametini, muhabbetini, hazret-i Ebû Bekir Sıddık, hazret-i Ömer… Ömer deyince aklıma mutlaka “ADÂLET” geliyordu. “Ne güzel yaşamışlar, ne muhteşem hatıralar bırakıp ahirete göçmüşler. Cennetle müjdelenmişler üstelik! Bu ne demek, bir düşünseniz? Ne büyük makam, ne erişilmesi zor hedef? O, herkese nasip olmayan bir derece! Kaç kişiye nasip olmuştu bu yüksek seçilmişlik?” deyip kendi aciz hâlime acıdım.

 

Oturduğum yerde, Cennetle müjdelenmiş on sahabe-i kiramın isimlerini tek tek saydım: Başta Ebû Bekir Sıddık efendimiz, onu takiben hazret-i Ömer-ül Faruk, üçüncü Osman Zinnureyn, dördüncü olarak hazret-i Ali kerremallahü vecheh… Hazret-i Talhâ bin Ubeydullah, hazret-i Zübeyir bin Avvâm, hazret-i Abdurrahmân bin Avf, hazret-i Sa’d bin Ebî Vakkâs, hazret-i Saîd bin Zeyd, hazret-i Ebû Ubeyde bin Cerrah… Bu güzel insanlar için Sevgili Peygamberimiz, aleyhissalâtü ve sellem, “Onlar Cennettedir….” müjdesini buyurmuşlar. Düşündükçe kendi küçüklüğümü anlıyor, ebedî saadetim için daha bir gayret gösteriyor, ahiret adamı olmaya çalışıyordum.

 

Yine mübarek hocamdan duymuştum: "Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin en üstünleri, O'na îmân ederek, mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmdır. Bu Eshâbın da en üstünü; hicretin altıncı senesinde, Hudeybiye'de ağaç altında Resûlullah efendimize bî'at edip “Ölmek var, dönmek yok” diye söz veren 1.400 kişidir. Bu sözleşmeğe “Bî’at-ı Rıdvân” denir. Bunlardan sonra üstün olan, Uhud gazâsında bulunan 700 kahramandır. Bunların da en üstünü; Bedr gazâsında bulunan 313 Sahâbîdir. Bunların da üstünü; Aşere-i mübeşşereden, ya’nî Cennet ile müjdelenmiş olan on kişiden hülefâ-i raşidîn hariç geri kalan altısı ile hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyndir. Bunlardan sonra en üstünleri hülefâ-i raşidîn olan Resûlullah’ın dört halifesidir, rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în…” DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.