Önümüzde çok keyifli gibi görünen oyun eğlence dünyasından; düşünebilenlerin, seçerek iş yapanların, harama helâle dikkat edenlerin dünyasına gelmek ayrı bir meziyet istiyordu. Her şeyden önce hesap hendese işiydi, nefisle mücadele kuvveti icap ettiriyordu ve en mühimi de bu iş gönül işiydi, kalbîydi. Biz de bu hususlarda tam fukaraydık.
***
Zaman ilerledikçe karnım da büyüyordu. Bol elbiselerle yine de kamufle etmeye, çaktırmamaya çalışıyordum. Geçenlerde iş yerinde bir arkadaşım “Kız Jale gittikçe kilo alıyorsun gibime geliyor. Yemelerine dikkat et…” deyip laf atmıştı. Yoksa anlamış mıydı? Fazla ileri gitmeyince ben de “Eyvallah!” deyip tebessüm etmekle yetindim.
Devamlı bir yere yetişecekmiş gibi koşturarak yaşamak, hiçbir durakta huzur ve saadete varamamaya yol açıyordu maalesef.
Bütün insanlık, siz biz, hepimiz arıyorduk derinlerde yatan hakikatleri. Aradığımız şey belki de ölümsüzlüktü… Ölmemek için yiyor, içiyor, temiz hava teneffüs ediyor ve saatlerce istirahat edip uyuyorduk. Sırlarla dolu bir hakikatin peşinde yılmadan usanmadan koşuyorduk. Bir görünmeyenin arkasında, onu arıyoruz, hepimiz de tek başımızayız.
Hiç kendi kendinize sordunuz mu? “Niçin, neden geldim bu dünyaya ve nasıl yaşamam lazım?” diye. Maalesef, çoğumuz sormadan yaşıyoruz bu hayatı. Ayrıca şu da bir hakikat ki soru sormaya başladığımızda kendimizi pişmanlıklarımızla baş başa buluyoruz.
Hissedebildiğimiz kadarıyla bu kocaman kâinatta, hani o görünmeyen var ya işte tam orada her insanın sırları saklı. Hayatımız boyunca, iyi kötü sahip olacağımız her şey orada. Başımıza gelebilecek A'dan Z'ye kadar her şey... Biz birbirimizin hayatını, neyi, nasıl yaşayacağımızı ve dünyaya veda edişimizin hangi şekilde olacağını bilmiyoruz, hiçbir vakit de bilemeyeceğiz. Öğrenmek de mümkün olmayacak. Bizleri yoktan var eden, yaratan RABBİMİZ, hepimizin o gizli dünyasında nelerin olduğunu biliyor.
Eski evlerdeki kilerleri duymuşsunuzdur, bilirsiniz. Yiyecek, içecek ve erzakın saklandığı oda, ambar veya dolaplar... İşte oralardan ihtiyacımız olduğunda, yetecek kadar çıkarır tüketirdik. Aynen onun gibi görünmeyen yerde her şeyimiz vardı ama bir türlü verilmiyordu. Niçin dersiniz? Belki de biz almasını bilemiyorduk.
Eve kapandığımdan beri zamanım da bereketlendi. Ya tozpembe hayaller kuruyor, ya okuyordum. Tanju ise “çok çalışıyorum…” diyerek geç geliyordu zaten. Bu husustaki benim kanaatim ise; istediğim mal mülk ve eşyaları bahane ederek evden de benden de uzaklaşıyor… şeklindeydi.
Elimde değildi, hep menfi diğer bir ifadeyle negatif şeyler düşünüyordum. Her hareketi bu kanaatimi kuvvetlendiriyor. Ben de içimden kızdıkça olmadık şeyler istiyordum, o da eve gelmelerini geciktiriyor. Sanki çözümü karmaşık bir denklem gibiydik. “Bakalım bu mücadele nereye kadar devam edecek, zaman ne gösterecek?” diye düşünüyor “Cenâb-ı Allah ahir ve akıbetimizi hayreylesin…” diye de duâ ediyordum her fırsatta. DEVAMI YARIN