"Siz en emin yoldan gelmişsiniz, bundan sonrası kolay dadaşım..."

A -
A +
Nereden gelip nereye gidiyorlarsa, karı-koca olduğunu tahmin ettiğim bir aile de gözenin başında mola verdi...
 
Büyüklerimizin, bir efsaneymiş gibi anlattıkları bu taş döşeli yol, hâlâ hizmet verebilecek sağlamlıktaydı... Eşya ve erzak yüklü kağnıları çeken öküzlerin çok yorulduğunu ifade eden Osman amcam, mola vereceğini haber verince ne kadar da sevinmiştik. Öküzlerin çektiği arabaların üzerinde yol almak insanı ne kadar da yoruyormuş meğer.
Bir bayırın göğsünde fokur fokur kaynayan, mahallî ifadeyle; “Gürcü Pungarı” veya “Kumlu Pungar” da denen gözenin etrafında toplandık. Hayvanlar otlarken bizler de kete, çörek, helvadan oluşan ziyafeti afiyetle yedik, karınlarımızı doyurduk, gözeden eğilerek kana kana su içtik. Mevsim güz olduğundan dere yamaçlarındaki böğürtlenler de iyice olgunlaşmıştı. Amcamın avuç dolusu, nar gibi kızarmış bu yaban meyvelerini toplayıp toplayıp bize vermesini hiç unutamıyorum.
Bu kadar tabii güzelliğin içinde bir anacığımın keyfi yerinde değildi. Yüzünden, bakışlarından pekâlâ anlıyordum hâlet-i ruhîyesini. Belli etmese de bir bahaneyle; “Keşke babanız da olsaydı” diyor, fena hüzünleniyordu.
Nereden gelip nereye gidiyorlarsa, karı-koca olduğunu tahmin ettiğim bir aile de o gözenin başında mola verdi. Kadın anacığımın yanına gitti, bey de amcamın yanına geldi. Selâm verilip alındı, kısa hâl ve hatır sorulduktan sonra, Osman amcam gideceğimiz istikametteki yolun son hâlini sordu:
“Pasen tarafından gelinebilecek en emin yoldan gelmişsiniz, bundan sonrası kolay dadaşım. Bu ana yoldan ayrılmayın.” İşaret parmağıyla kayalık bir yeri gösterdi. “Şu karşı kızıl kayaların altına kadar düz olarak devam edersiniz, oradan sonra büyük dere, zaten görürsünüz. Ortasından geçen su, görünüşü; farklı iki ayrı bölgeyi bıçakla kesilmiş gibi ikiye ayırır: Sol taraf çayırlık, sağda ise her yönüyle ekin tarlaları... tabii şimdi biçilmiş hozan hâlindedir. Çayırlık; bir basık tepeler kabartması altında, arkadan Kışlaköy bostanlıklarına kadar uzanır… Hiçbir tarafa sapmadan giderseniz öğle ezanlarına varmadan Kışla’ya ulaşırsınız...” dediğini daha dün gibi hatırlıyorum. Daha başka şeyler de konuşmuşlardı mutlaka.
Yeniden arabalara “ho” denilince tıngır mıngır rampa aşağı daha kolay iniyorduk. Bu sefer de içimiz bir hoş oluyordu. Gün batımına doğru vâdi, usul usul alçalarak, genişliyordu. Biçilmiş sarı buğday tarlaları, göz alabildiğine sıralanıyor, dere kenarlarında irili ufaklı sürüler otluyordu. Yol boyunca akan, nereden çıktığı belli olmayan ince bir su, tekerlek izlerine doluyor, bizi takip ediyor, bir müddet sonra da hepten kayboluyordu. Yeşilden kadife misali uzayıp giden çayırla, sarı saman serpiştirilmiş görünen tarlaları, sanki gümüşten bir şerit gibi ayırmıştı şırıl şırıl akan derecik.
Çocukluk aklı mı diyeyim ne? İki çift öküz arabası üzerindeki seferimiz bana hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Horoz ötüşleriyle çıktığımız yolculuk, herkesi yormuştu iyice... DEVAMI YARIN
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.