"Siz o unutamadığınız silah seslerinden bahsedin!.."

A -
A +
"Hocam, Topyolu’nun o yüzü Hoşov, bu yüzü de bizim köyler… Havası da, suyu da aynı..."
 
Anahanım Gelin;
“Sorma yenge; uyumadılar, hep ağlıyorlar. Bir okusanız nasıl olur?” deyince aralarında şöyle konuşmalar geçti:
“Gir, önce rahat nefes al! Bak uşaklar sakinleşti…”
“Hoca evinin bereketi olsa gerek!”
“Önce çocukları al sobanın başına geç. Yaklaş şöyle, sonrası kolay…”
“Bizimki de Sanemer’e gitti, hâlâ dönmedi. Kurttan korkuyorum.”
“Tek mi?”
“Yalnız değil, bildiğim kadarıyla.”
“Bir şey olmaz, korkmayın!” Dedim, köşeme çekildim. Kışın o karanlık soğuğu belki de en çok küçük bebeleri sarsıyordu. Hoşov’un fırtınalı geceleri de Verintap’tan geri kalmazdı.
- Hocam, Topyolu’nun o yüzü Hoşov, bu yüzü de bizim köyler… Havası da, suyu da aynı...
- İşte ben de ondan dolayı kolay hatırladım zaten. Tek bir cümle bile yetiyor. Çok tanıdık bir his, seneleri aşıp da gelir kalbimin tam ortasına çörekleniverir insafsızca! Kış aylarında kar, en çok bizim toprak avluya yağıyordu sanki…
- Hocam aynı kar, başka diyarlara da yağar, ama bambaşka bir yüzünü gösterir oralarda. Mevsimlerin değil, hazır olup olmama hâlinin yağdığını görürler.
- Çok haklısın Cafer Ağa. O hüznü, bir kar gibi içlerine çeker ve farkında olmadan iliklerine kadar üşürler gayr-i ihtiyari. Oysa kalp dış baskılardan, sıkıntılardan uzak, hafifse, kış bile bir başka güzellik ve neşe vadeder insanoğluna. Karlı havalarda kızakla sağa sola gitmek ne hoştur. Zayıf güneş huzmeleri, ağaçlar üzerine birikmiş pamuktan kümeleri aydınlatıyorken sabahın sessizliğini çocuk ağlamaları bozar, Hoşov inlerdi âdeta. Evlerde durmadan yanan küçük sac veya teneke sobaların “ısıtıp ısıtmadığını” düşünen olmazdı. Tütsün, dumanı bacadan “bulut” olup yükselsin kâfiydi.
- Bizde de aynı Hocam! Yok birbirimizden farkımız.
- Orası öyle. Ben Hoşov’daki hatıramdan dolayı hep “orası merkezli” konuşuyorum.
- Mühim değil Hocam! Siz o unutamadığınız silah seslerinden bahsedin! Herkes “Acaba altından ne çıkacak?” diye sabırsızlanıyor. Bak Hafız Efendi de çayları getirdi. Her şey tam tekmil...
- Sağ olsun o da bu akşam hiç istirahat etmedi. Neyse! İmam evi eskiydi. Duvarlarından küf, is, yemek ve daha başka kokular yayılmakta… Kapıları karşılıklı olarak birbirine açılan iki oda, geniş bir tezeklik ve tandırbaşından ibaretti evimiz. Bildiğimiz evlerden biriydi anlayacağınız. Anacığımın, taa seferberlikten beri peşi sıra dolaştırdığı yıpranmış tahta sandıkta merhum babacığımın; çoğu el yazması kitapları saklanırdı. Benim için tam bir hazineydi onlar. Hep “yüksekte olsun” diye sekinin başköşesinde dururdu. Odanın içini bir baştan bir başa dolanıyordu tahta seki… O akşam her taraf yeteri kadar karanlıktı. Bazen komşular çat kapı gelir, buradaki gibi sohbetler olurdu. Kadınlar umumiyetle ihramlı olduğu için tanınmazdı. Onlar sizi rahat görürlerdi ama siz asla göremezdiniz namahrem olanlarını.
- Kem gözlerden saklanmanın en emin yolu...
- Ecdat en güzelini bulmuş, hem pratik, hem şer-i şerife münasip... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.