"Size, Hocamdan dinlediğim bir hadiseyi anlatayım..."

A -
A +
 
 
"Otur da bize de anlat ne yapacağımızı! Bu işler etiketle olmuyormuş, kalp işiymiş bir daha anladık Lütfü Hocam..."
 
Lütfü Hoca:
- Elhamdülillah! Biz gelir gelmez umre yaptık.
- O da ne demek?
- Hani son mola yerinde konuşmuştuk. Hatta “Herkes ihrama girsin…” demiş, giyinmiştik. Mikat yerine gelmeden ihrama girip önce umreye niyet ederek Kâbe’yi ziyaret edeceğimizi, Tavaf ve Say yapacağımızı konuşmuş Müftü Beyle de vazife taksimi yapmıştık. Ben ihtiyarları yanıma aldım ki bir hataya düçar olmasınlar. Onlar benden de çevik çıktılar maşallah. Bu saate kadar yorulmadılar.
- Gel hele otur da bize de anlat ne yapacağımızı! Bu işler etiketle olmuyormuş, kalp işiymiş bir daha anladık Lütfü Hocam.
- Estağfirullah Nafız Efendi!
- !!!
Münasip bir köşeye oturdum, yanımdakilere de yer açtılar. Önce Haccın farzlarından başladım mühim malumatları yeniden hatırlattım. Onlara dedim ki;
- Bu akşam, İstanbul’da talebeyken Mustafa Sak Hocamın anlattığı yaşanmış bir hadiseyi anlatayım olur mu?
- Anlat Hocam! Ne anlatırsan anlat. Buraya yatmaya gelmedik, ibadet etmeye geldik! Başka bir maksadımız da yok! Tam ve doğru yapalım, başka bir şey istemiyoruz!
- Niyetler hoş elhamdülillah!
- Peki, hocan ne anlatmıştı? Oradan başla.
- Hocam, çok hazırcevap ve nüktedandı. Her hadiseyi bir misalle anlatırdı. Bir gün talebelerle başına toplanmıştık. Buyurdular ki: “Allah rızası için yola çıkın korkmayın…”
Eskiden gerek devlet ricâli gerek varlıklı aileler, oturdukları köşkler için Ramazân-ı şerîfe mahsûs imam tutarlarmış. O devirde zenginlerin oturdukları köşklerde çok sayıda insan yaşar, hizmetlilerle berâber bu sayı elliyi altmışı hattâ yüzü bulurmuş. İşte o saltanat yıllarında, hocalardan biri daha önce imamlığını yaptığı Çamlıca’daki köşklere mürâcaat etmiş fakat her ne hikmetse hiçbir köşkten müspet cevap alamamış, herkes önceden bir imam bulmuş. Artık ümîdini tamâmen kaybeden hoca, Çamlıca’dan Üsküdar’a inmiş ve evine dönmek için kayığa binmek üzere iskelede beklemeye başlamış. O devrin en zengin vezîrlerinden Veli Efendi de, o sırada kayığa kurulmuş İstanbul tarafına gidiyormuş, iskelede melûl melûl bekleyen hocayı görünce, kayıkçıya talimat vermiş, “Hoca efendiye seslen, gelsin, onu da götürelim” demiş. Kayıkçı hocaya, “Hoca Efendi! Bu bey kayığı tuttu, onu karşıya götürüyorum, seni de çağırıyor, gel götürelim, para filan istemiyorum” deyince, cebinde beş para olmayan zavallı hoca, “Hay Allah razı olsun, zaten benim de param yok” diyerek kayığa binmiş ve bir köşeye ilişmiş, oturmuş.
Veli Efendi, kayığın arka tarafından seslenmiş, “Hoca Efendi! Sen orada ben burada olmaz! Bu tarafa gel de sohbet edelim. Yol konuşa konuşa biter” demiş. Hoca, “Peki” demiş ve Veli Efendi’nin yanına oturmuş. Veli Efendi hocaya “Nereden geliyorsun?” diye sormuş. O da, “Efendim, Ramazân münâsebetiyle Çamlıca’ya gittim, oradaki köşkler her sene imam tutarlar, bu sene kendime bir yer bulamadım, herkes bir imam tutmuş, ben de artık İstanbul’a evime dönüyorum” demiş... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.