Sofrada kuru bir ekmek birkaç zeytin ve bir testi de su var!..

A -
A +

Veli Efendi kâhyaya tenbîhâtta bulunmuş: “Sakın hocaya iyi odalardan vermeyin, bodrum kattan rutûbetli bir yer gösterin!.."
 

Hoca Efendi "artık evime dönüyorum" deyince Veli Efendi; “Yaa öyle mi? Ayol ‘İyi olacak hastanın, doktor ayağına gelirmiş.’ Ben de İstanbul’a ramazan için imam aramaya gidiyordum. Seni Allah çıkardı karşıma” demesin mi? “Eğer ücret husûsunda anlaşırsak hemen kayığı çevirelim, ne para istersin Hoca?” diye sormuş...

Son anda böyle bir iş teklîfi ile karşılaşan hoca “Efendim, mürüvvete endâze olur mu, siz ne uygun görürseniz” diyerek hiçbir rakam telaffuz etmemiş. Bunun üzerine Veli Efendi “Bak Hoca Efendi! Dinle, eğer benim paşa gönlüm isterse elli altın, yüz altın hatta iki yüz altın veririm ama gönlüm istemezse on para vermem! Bunu kabûl edersen gel gidelim” demiş. Hoca “Aman Efendim, namaz parayla olur mu, tabii siz nasıl münâsip görürseniz” demiş, içinden de “Koca adam beni mahrûm edecek değil ya” diye düşünmüş. Böylece anlaşarak kayığı çevirmişler ve Veli Efendi’nin Çamlıca’daki köşküne gelmişler…

Veli Efendi köşkün kâhyasına sıkı sıkı tenbîhâtta bulunmuş: “Sakın hocaya iyi odalardan vermeyin, bodrum kattan rutûbetli bir yer gösterin! Sakın yemek de vermeyin, bir testi su ile birkaç zeytin bir de kuru ekmek kâfi...” demiş. Hoca Efendi, rutubetli yeri görünce şaşırmış ama nasılsa yarın iyi bir oda verirler diye düşünerek sesini çıkarmamış. Akşam ilk terâvih namazını kıldırmış. Sahur vakti gelince bir de bakmış, kuru ekmekle zeytin bir de bir testi su. “Hoca Efendi! Kusura bakmayın, yemekler iyi olmadı, onun için bu gece böyle idâre ediverin” demişler. Hoca buna da sesini çıkarmamış ama ertesi gün iftar vakti gelmiş bakmış yine aynı; kuru ekmek, zeytin ve su. Sahur olmuş yine aynı. Bir hafta boyunca böyle devam etmiş. Hoca, iğne ipliğe dönmüş. Nihâyet hocanın sabrı tükenmiş ve mutfağa gitmiş. Bir de ne görsün! Çeşit çeşit yemekler, etler, zeytinyağlılar, börekler, pilavlar, tatlılar daha neler neler. “Aşçıbaşı! Bunlar kime pişiyor?” diye sormuş. Aşçıbaşı, “Kime pişecek, köşke pişiyor” demiş. Hoca, “Peki bu kadar yemekten hiçbir şey artmıyor mu?” diye sormuş. Aşçıbaşı “Artmaz olur mu” deyince Hoca “Peki artanları ne yapıyorsunuz” diye sormuş. Aşçıbaşı “Döküyoruz” demesin mi? Hoca, “Dökeceğinize bana verin yahu” demiş. “Veremeyiz. Beyefendinin emri böyle, o ver derse veririz, o emir vermezse olmaz” demişler. İyice şaşıran Hoca, “Peki Beyefendi burada değil mi?” diye sormuş “Yok” demişler. Hoca içinden “Bu kadar zaman sabrettim, biraz daha sabredeyim” demiş. Velhâsıl bayrama kadar böyle geçmiş ve hoca seksen kilo gittiyse altmış kiloya düşmüş, dal gibi kupkuru olmuş…

Bayram namâzı kılındıktan sonra köşkte ne kadar hizmetkâr varsa hepsi Veli Efendi’nin elini öpmek için sıraya girmiş. Hoca da onların arasına karışmış. Sırası gelen “Iydıniz sa’îd, ömrünüz mezîd olsun efendim” diyerek elini öpüyor, o da “Allah uzun seneler sizi muammer eylesin” diye mukâbele ederek her birine kıymetli hediyeler ve çil çil altınlar veriyormuş... Sıra bizim zavallı Hoca’ya gelmiş, o da “Iydıniz sa’îd ömrünüz mezîd olsun efendim” diyerek elini öpmüş. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.