Sokağa çıktığımda, gençlerin kavga ettiklerini gördüm!

A -
A +

Kulübemden niçin çıktım, nereye gidiyorum? Farkında bile değildim. Anlayacağınız bugün tam meczupluğum; deliliğim üstümdeydi... 

 

 

 

Ey gönül, öyle mahzun,

 

Durarak üzme beni!

 

İlmin yerinde dursun,

 

Bozarak ezme beni!

 

 

 

Taşa vurma başını!

 

Akıtma gözyaşını!

 

Öyle hilâl kaşını,

 

Çatarak süzme beni!

 

 

 

İşler karışık niye?

 

Her gün düşer seviye,

 

Kötüleri iyiye,

 

Katarak çözme beni!

 

 

 

HOCA, âciz bir kuldur,

 

Tut onu yerden kaldır!

 

Ya azat et, ya öldür!

 

Satarak çizme beni!

 

                              ***

 

     ARSLAN, KURT, TİLKİ ARKADAŞ OLURSA…

 

Yine kafam karmakarışık. Sabahtan beri yürüyorum. Elbette birçok noksanlıklarım vardı, fakat bu eksik olduğunu düşündüğüm şeyin ne olduğunu tam bilemiyordum. Kulübemden niçin çıktım, nereye gidiyorum? Farkında bile değildim. Anlayacağınız bugün tam meczupluğum, halkın ifadesiyle; deliliğim üstümdeydi. Bir hoştum; ayaklarım başka âleme yürüyor, kafam başka yerlere… Hani insan bir şey unuttuğunu fark ederek duraklar, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve elbiselerini kontrol eder, yine hatırlayamaz, nihayet ümidini kesince de aklı geride, adımları ileri gitmek istemeyen bir ruh hâliyle; mecburi istikamet yoluna devam eder ya... işte öyle, ne yapacağını bilemeyen şaşkın gibiydim...

 

Böyle karmaşık bir kafayla Bağdât sokaklarında yürürken üç gencin kıyasıya kavga ettiklerini gördüm. Birbirlerine tekme tokat vurdukları gibi ağza alınmayacak küfürlerle de hakaret ediyorlardı. "Mesele neydi, neyi paylaşamıyorlardı?" diye düşünürken, gayr-i ihtiyari yanlarına vardım. Hiç tereddüt etmeden “Durun ne yapıyorsunuz?” dedim, aralarına girdim; “Ey gençler! Neyi taksim edemiyorsunuz?" suâlime cevap verecek hâlleri yoktu. Biri bağırarak "Çekil aramızdan ey Divâne! Karışma işimize! Yoksa ayaklarımızın altında telef olursun!" diyerek kenara itti. Ben yine aralarına girdim. Âdetâ yalvarırcasına "Biraz beni dinleyin! Beğenmezseniz bildiğinizi yapın” dedim... Kalplerine ne geldiyse durdular. Hiç vakit kaybetmeden "Size bir ARSLAN, KURT, TİLKİ hikâyesi anlatayım. Ondan sonra da o birbirinize söylediğiniz kötü sözleri, daha başkalarını da bana söyleyin. Lâkin benden bir tek kelime karşılık alamazsınız. Onu da bilin ha...”

 

İşi şakaya dökerek kavgayı durdurdum. Az da olsa sakinleştiler.

 

Başladım üç hayvan arasında geçen hikâyeyi anlatmaya. Beni dinledikten sonra öfkeden deliye dönmüş adamlar “Ey  Behlül; bizi hasmımız mağlûp edemedi, lâkin siz mağlûp ettiniz!” dedi, birbirlerine sarılıp helâllik dileyerek ayrıldılar.

 

Bu şahit olduğum, gençlerin amansız kavgasını ve onları barıştıran hikâyemi Sultan’ımıza da anlattım. Her ne hikmetse anlatmaya başlar başlamaz, Halifemiz Harun Reşid, çok taaccüp etti: “Ya öyle şey mi olur? İlk defa duyuyorum böylesini; aslanı, kurdu, tilkiyi adam gibi konuşturuyorsun! Bu anlattıkların yalan olmuyor mu? Yoksa başka bir münasip misal mi bulamadın Behlül?” deyip beni hesaba çekti, kalbimi sarsacak kadar azarladı. "Bir daha olmasın!" diye de ikaz ve tembih etti. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.