​"Şu deli gönlümün bitmedi cengi, Vurdu yerden yere tuş etti beni..."

A -
A +
Ragıp Karadayı'nın yeni romanı...

ÂSÂR-I ATÎKA
Anlatılması kolay yaşaması zor hayatlar...


Küçük Ali; “yaşanabilir başka bir dünya mutlaka vardır” diyor ve hep onun hayalini kuruyordu...
 
Şartlar çok ağır ve kış çok çetin geçiyordu bu sene; daha doğrusu hiç geçmiyor, geçeceğe de benzemiyordu. Bir kâbus gibi çökmüştü küçük Ali’nin ve fukara ailesinin üzerine; karı, fırtınası ve kanı donduran ayazıyla... Böyle şiddetli kış pek nadir yaşanırdı buralarda, yoksa sadece onlara mı öyle geliyordu? Ha bire durmadan yağıyordu kar... Hele soğuk; rutubetten mi ne kurşundan daha beter içine işliyordu insanın.
Şu deli gönlümün bitmedi cengi,
Vurdu yerden yere tuş etti beni.
Vücut iklimimin ak oldu rengi.
Soldurdu tenimi kış etti beni.
 
Bu ne elem yara, kabuk bağlamaz,
Kaynar içten içe yine kanamaz,
Acıyla kıvranır, derman aramaz,
Susturdu dilimi, taş etti beni.
 
Özdemir engine sığdıramadım,
Taştı yatağından durduramadım.
Tutup da bir kaba dolduramadım.
Çağladı, köpürdü, cûş etti beni.
Küçük Ali; “yaşanabilir başka bir dünya mutlaka vardır” diyor ve hep onun hayalini kuruyordu, sımsıcak, insanların üşümediği, aç susuz kalmadığı, eski püskü giymediği dünyaları… Gökyüzünde, yeryüzünde, yıldızlarda, hem de… En sonunda; “işe sıfırdan başlamalıyım” diyerek elindeki bu boya sandığını yaptırdı, pek çok zorluklarla. Her şeye rağmen hayal güzeldi. Çünkü hiç kimse buna sınır koyup mâni olamıyordu. Burada “imkânsızlık” denilen bir şey de yoktu. Yoktu ama yaşadıkları da gelip gelip önüne dikiliyordu. İşte boyacılık macerasının başladığı ilk gün:  
İlk defa annesinin son parasıyla aldığı boyacı sandığıyla sokağa çıkıyordu küçük Ali. Mevsim bahar mıydı, güz müydü tam kestiremiyordu ama şu bir hakikatti kış değildi. Nereden aklına geldiyse bir yandan türkü mırıldanıyor, bir yandan da minnacık elindeki kocaman fırçayı gıcır gıcır ağaç kokan sandığa vurarak ritmik "tak tuk” sesler çıkarıyordu. 
Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nden çıkan cemaati görünce: “Bunlardan biri veya birkaçı ayakkabılarını boyatır herhâlde” diye düşünerek kalabalığın bitmesine kadar bekledi. Kimse küçük Aliciği görmedi bile, pek mahzun oldu. İlk beklentisi, ümitleri boşa gitmişti. Öylesine düşünürken pos bıyık, uzun saçlı bitirim bir genç ıslık çalarak yanından geçerken; ona duyuracak şekilde “boyacı” diye bağırdı.  Sesi duyan genç, durakladı, geri döndü. Kaldırımın kenarına ilişmiş küçük boyacıyı görünce:
- Madem boyacısın öyleyse boya bakalım ufaklık!
- Peki abim!
- Pek de kibarmışsın! Peki demeyi de nereden öğrendin?
- Bilmem! İçimden öyle söylemek geldi!
- Demek içinden geldi! Biz her içimizden geleni söyleseydik evin yolunu bulamazdık ufaklık!
- !!!
- Konuşsana velet! “bilmem” falan desene!
- Abi, paçalarını yukarı çek boya değmesin!
- Bak hele şuna; emir de verebiliyormuşsun! Topla! Elin yok mu? Ha peşin söyleyeyim; ayna gibi parlamazsa para mara yok! Tamam mı? Anlaştık mı?
- Peki abim. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.