Zavallı susmasına susmuştu da ben yine ne büyük laflar etmiştim, neler söylemiştim? Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu galiba!
Uleyyân'da korkudan eser kalmamıştı. Biri onu konuşturuyordu galiba. O da vazifesini ifa için sabırsızlanıyordu.
- Biliyorsun Behlûl!
- Neyi Uleyyân?
- Neyi olacak? Büyüklerimiz sık sık buyururlardı: Hürmetsizin işi doğru gitmez!
Ben de elimde olmadan öfkelendim, ona:
- Sus ey Uleyyân! Sırf bir deri, bir kemik kalmış adam sus! Köpeklerin kimin olduğunu bilseydin, bu boş lafları etmez, Sultan'ın yanında başımı taşlara vurdurmazdın! Allah bilir yedilerse, utandıklarından yemişlerdir!
- !!!
Zavallı susmasına susmuştu da ben yine ne büyük laflar etmiştim, neler söylemiştim? Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu galiba!
Baktım iş daha kötüye varacak yanımda bulundurduğum kızılcık ağacından yapılmış sopamı aldım yakınımızdaki kabristana girdim, mezarları var kuvvetimle dövmeye başladım. Öyle az buz da değil, avını yakalamış aslan gibi saldırıyordum her bir mezara. Kırıp dökecek kadar dövüyordum. Sultan’ım sözüme mi, yoksa bu yaptıklarıma mı ne hepten şaşırmış, donakalmıştı. Bir ara aklı başına gelmiş olmalı ki:
- A deli herif! Niçin bu mezarları döversin?
- !!!
Ben de bu suâli bekliyordum zaten hemen içimde birikenleri sıraladım:
- Bunlar gittiler ama sayıya sığmaz yalanlar söyleyip yattılar, uyudular. Hâlâ da uyuyorlar!
- Elbet uyuyacaklar! Görünüşte öyle ama kim bilir neler çekiyorlar orada! Başka ne bekliyorsun ölülerden?
- Uyusunlar Sultan’ım? Gâh bu benim sarayım, köşküm dediler. Gâh o, malım mülküm, param pulum, altınım dediler. Gâh işte tarlam, çayırım, işte bağım, bahçem, bostanım dediler. Allahü teâlâ sormaz mı? Bu davaların hepsi de boş, çünkü onlar, bana kalacak, size değil. Onların hepsi, kendilerine ait olduklarını söylediler ama sonunda öldüler, canları gibi sevdiklerini terk edip gittiler…
- Herkes aynı yoldan geçmiş! Sıra bizde Behlûl!
- Bu kabristanda yatanlar bana doğru söylemediler Sultan'ım! Ben de yemeyi, içmeyi, uykuyu, bütün rahatımı terk edip bu büyük suçluları dövüyorum işte! Çünkü bunların hepsi de yalancı! Herkesin sonu yokluk olduğu hâlde ondan kâr etmeyi umdular! Nihayetinde hepsini de terk edip gidecek olduktan sonra insan, niçin bu kadar şeyi derler toplar, bu uğurda yapmadığı isyan, hata, kusur, kabahat kalmaz?
- Bana mı diyorsun?
- Sözüm, üzerine alana! Önce kendi nefsime sesleniyorum Sultan’ım! Sizin de bizim de akıbetimiz; bir avuç toprak olmayacak mı? Geride bırakacağımız topraklarımızdan; bu sultan, bu köle deyip ayırım yapmadan bir iki kalıp kerpiç dökmeyecekler mi? Şu veya bu şekilde terk edeceğin bir dünyaya ne diye gönül bağlarsın?
- Dünya çekici ve böyle bağlıyor kendine, neylersin ki!
- Dünya, bir kervansaraya benzer Sultan’ım! İki kapısı vardır. Bu kapıdan öbür kapıya kadar olan yol da tıpkı Sırat Köprüsü gibi. Bu yolda uyanık yürümezsen, Cehenneme baş aşağı düştün gitti demektir. DEVAMI YARIN