Sabaha kadar kimse uyumadı. Valizlerini topladı, sohbet ettiler. Namazdan sonra da kursta kimse kalmadı.
Anacığım çaresizlik içinde çırpınmaya başladı. Ehramını başına alarak Nuriye ablamların evine doğru koştu. Bu çığlığa komşu kadınlar da döküldüler. Ne kadar teselli etseler de durduramadılar. Hep birlikte bir koşuşturma başladı.
Meğer Nuriye Ablacığımı kaybetmişiz. Bebek bir tarafa, ablam bir tarafa… Bana, “Hemen camiye git, çabuk babana haber ver” dediler. Yanına nasıl gittiğimi hatırlamıyorum? Ancak babamla birlikte, hızlı hızlı yürüyerek ablamların evine doğru gelirken, sessiz ağladığını, gözlerinden yaş damladığını çok açık hatırlıyorum. O dağ gibi adam, her şeyi bilen, güçlü kuvvetli koruyucumuz gitmiş, çaresiz biri gelmişti sanki. Sadece ve sessizce ağlıyordu. Ben ise acı çekerek bacaklarına sokulmuş, öylesine peşi sıra sürüklenircesine yürüyordum. Daha çok sokuldum, bir elimle pantolonuna tutunuyordum. Ona alttan bakıyordum ama o hiç kendinde değildi, sanki beni görmüyordu. Eve kadar sessizce ağladı. O günden sonra babamın bir de Ezan-ı Muhammediyi “Türkçe okuyacaksınız” emri geldiğinde ağladığını görmüştüm. Bu sefer ciğerleri sökülüyormuş gibime gelmişti. Çiftçiliğe alışık olmadığı hâlde bu yüzden imamlığı bıraktı, rençperliğe başladı. Çok fakirlik çekti, tâ ki ezan aslına dönene kadar vazife almadı. Şimdi ben de ağlıyorum. Farkımız; onunki fevkalâde büyük acılardandı, benimkisi ise sevinçten…
Sabaha kadar kimse uyumadı. Valizlerini topladı, sohbet ettiler. Namazdan sonra da kursta kimse kalmadı. Valizini alan Haydarpaşa Garı’na koştu. Ben de hazırlıklarımı tamamlamıştım lakin Mustafa Sak hocamla vedalaşmamıştım. Evine uğradım; hanımefendileri çıktı. “Hafız, hocan uzağa gitti, öyle birkaç saatte gelemez! Sen yolundan ve arkadaşlarından geri kalma. Ben beklediğini ve selâmını söylerim. Merak etme. Hadi yolun açık olsun…” dediyse de benim aldığım terbiye icabı hocamın elini öpmeden, son sözlerini dinlemeden gitmem mümkün değildi. “Yenge ben beklerim, üzülme” dedim, kursun kapısının önünde dikili ağaç gibi kalakaldım…
Öğlen oldu, ikindi oldu yok. Artık bugünkü treni kaçırdığımdan hiç şüphem kalmamıştı. Bir bakıma rahatlamıştım da. “Hiç olmazsa hocamın duasını alır vedalaşırım” diyordum. Tam bu düşüncelerdeyken bahçe kapısı açıldı. Baktım Mustafa hocam:
- Hafız Lütfü sen gitmedin mi hâlâ?
- Hocam sizi bekledim.
- Allah iyiliğini versin! dedi, valizlerimi kaptığı gibi caddeye çıkardı. Gelen taksiye “Eminönü” deyip fiyat soruyordu. Birini durdurdu, bizzat valizleri kendi eliyle bagaja yerleştirdi, taksinin ücretini de peşin ödedi. Öyle kalpten bir duâ etti ki içimde hissettim tesirini. Boynuma sarıldı, çocuklar gibi ağladı. Zaten bahane arıyordum ben de ağladım.
- Hafız oğlum senin sırtın yere gelmez. Cenâb-ı Allah hayırlı uzun ömürler versin.
- Âmin, âmin hocam.
- !!!
Sonra kulağıma eğildi “Cenazemi sen kaldırırsın inşallah…” deyip tekrar alnımdan öptü, ağladı... DEVAMI YARIN