Ben “Bakın ey ahali! Karşıya geçerken ne kadar uyanığım!” der gibi pürdikkattim! “Vay yavrum! Buranın en şuurlu yayası, seni gidi seni haa! Uçacağız şimdi!” der demez “Paat!” bir ses işittim! Motosiklet, sürücüsü ve bir iki piyade daha hepimiz yerlerdeyiz. Aniden arkadan gelen lüks bir taksiden kaçayım derken motor bana çarpmıştı.
Motor bir yana, sürücüsü bir yana, ben öbür yana! Ana baba gününe döndü ortalık birden. Koca motor da yere yapıştı ama boşlukta tekerlekleri dönüyordu hâlâ. Düştüğüm yerde bir müddet bön bön bakakaldım. Sadece direksiyon kolu ile çarpmadı, asıl darbeyi tekerinden almıştım. Çok şükür, görünürde tehlikeli bir durum yoktu. Sanırım dikkatli oluşumun faydası oldu. Bacağım acıyor olmasına rağmen motor sürücüsüne döndüm. Debelenerek yerden kalkmaya çalışıyordu zavallı, içim yandı. Acı ve üzüntüyle birlikte seslendim:
- Hey kardeş, bir şeyin var mı? İyi misin?
- !!!
Adama “kardeş” deyip "bir şeyin var mı?" diye sorunca, hani “Naaapıyon lan? Bak başımıza ne işler açtın? Bir de kibarlık, güya hanımefendilik taslıyorsun git başımdan! Koca yaya geçidinden geçmemiş, gelip başımıza bela olmuşsun! Ne konuşuyorsun? Bu trafikten böyle geçilir mi?” demesinin önünü kesmiş gibi oldum.
- Ya git başımdan! Git işine yaa! El kol hareketleri ile “Şimdi ben ne yapacağım?” der gibi ağlamaklı bir hâl içindeydi zavallı. Motora çarpan kırmızı, üstü açık spor lüks arabanın ön kaportasındaki “Yağmur” kelimesi dikkatimi çekti. Tam vampire benzetilmeye çalışılmış yarasa tipli hırçın bir genç kız motifi çiziliydi. Resmin altında da o tarza uyumlu keskin, şimşek çakar gibi zikzaklı harflerle “Yağmur” yazılıydı. Daha dikkatlice bakamıyordum, gözüm kesmedi canımın acısından. Aklım fikrim masum motosikletlideydi.
- Şey! Kardeş!
- !!!
- Hey sana diyorum!
- Ne diyorsun ya?
- Bende bir şey yok!
- Ya git başımdan! Manyak mısın nesin ya?
- !!!
- Tamam gittim, sen üzülme kardeş ben iyiyim!
- !!!
Bu arada trafik iyice kilitlendi. Korna sesleri uğultusu, bağrışmalar kulaklarımı tırmalıyordu. Arabasından çıkan meraklı gözler hep üzerimizde, bazıları cep telefonlarıyla resmimizi çekiyor, kimi “Ah vah!" ediyor, bazıları da durmadan, “Alo alo!” diye telaşla ve yüksek sesle ya polisi, ya da ambulansı arıyordu. İnsanların acıyarak alık alık bakmasından rahatsız olmaya başlamıştım.
Bir minibüsten annem yaşlarında kadınlar indi. Meğer Eyüp Sultan’a ziyarete gidiyorlarmış. Bizleri yerlerde görünce dayanamadı yanımıza geldiler. Her hâlinden Hacı olduğu belli olan bir teyze anneciğim gibi ağlıyordu. Bembeyaz tülbendini çıkardı, yüzümü gözümü okşar gibi sildi. Bir taraftan da “Bir şeyin yok çok şükür…” diyor, beni teselli ediyordu.
DEVAMI YARIN