Tabii ki bu iş o kadar da kolay olmadı. Gece boyunca telefonlarımız susmak bilmedi. Gelen mesajlardan bazılarını paylaşayım:
-Yeni yılın cüzdanına para, kalbine aşk, hayatına düzen getirmesi dileğiyle...
-Geçen sene de bir önceki gibi çabuk bitti, merak etme hayatını yaşa, bu yeni gelen de biter. Eee? Hadi ne yiyip içeyim, iyi yıllar diyeyim!
-Noel Baba'yı şutlarım, yeni yılını kutlarım.
-Bu sene de Noel Baba, arabayı yenilemiş, yenisi elli geyik kuvvetinde, hem az yakıyor! Sen de böyle mal mal bakıyor!
Daha neler neler? Mecburen telefonlarımızı kapattık. Yoksa sinirlerimiz altüst olacaktı.
Bu kadar menfiliklere rağmen içimde tarifsiz bir muhabbet hasıl olmuştu dini bütün insanlara karşı. Îmân etmenin yüksekliğini hücrelerimde seziyor, huzurla doluyordum. Tanju benden daha mesut ve bahtiyar görünüyordu.
O geceyi sıradan bir geceymiş gibi geçirmeye karar vermiş, arkadaşlarımızı uzaklaştırmaya şimdilik muvaffak olmuştuk da bu işi çocuklara nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Hep onlara vereceğim cevapları düşünüyordum. Kapı açıldı, paldır küldür içeri doluştular canlarım. Paltolarını aldım, botlarını çıkarmalarına yardımcı oldum. Onlar bir şey sormadan ben başladım:
- Çocuklar, sizin bu akşam için bir plânınız var mı?
- Niçin olacakmış anneciğim?
- Ne bileyim! Hani malum...
- Anne, bugün okuldan gelirken ne gördük biliyor musun?
- Hayırdır oğlum!
- Hayır olmasına hayır da çok tesirinde kaldım.
Canım Kızım Nefise Naz da hemen söze dahil oldu:
- Çok dikkatli dinlemelisin anneciğim!
- İyice meraklandım çocuklar! Burası İstanbul, her an her şey olabilir de...
- Merak edilecek kadar.
- Eeee!
- Malum, hava sisli, inceden inceye hafifçe kar serpiştiriyordu, onun için herkes bir an evvel evine gitmek istiyordu. Ben de ablamla birlikte derslerden, imtihanlardan konuşarak yürüyorduk kaldırımda. Yakınından geçtiğimiz bir kuru yemişçinin önünde uzun kuyruk oluşmuştu. Gayr-i ihtiyari biz de onlara bakıyorduk ki bir lüks araba yanaştı. Fötr şapkalı, papyon kravatlı biri; ağzında kocaman bir sakız çıtlatarak indi, kuyruğun önüne geçti. Sanki onlara inat: “Hey kuru yemişçi! Kavrulmuşundan yarım kilo fındık, yarım kilo fıstık, iki yüz elli gram badem, O kadar da çekirdek, şu kadar leblebi...” diye isteklerini sıralarken “Yuh!” sesleri gelmeye başladı. Biz de kenara çekilip uzaktan takip ettik elimizde olmadan.
- Merak öyle bir şey.
- Yani! Merak bu ya! “Acaba ne olacak?” diye!
- İnşallah kavga çıkmamıştır!
- Ooo… Dinle anneciğim! Daha beteri oldu!
- Dinlemez olur muyum? Benim kulak sizde.
- Kuyruktakilerden kaba küfür edenler bile oldu.
- Öyle yerlerde seyirci olmak da hoş değil! Allah muhafaza her şey olabiliyor, haberlerde görüyoruz. DEVAMI YARIN