Şimdi bu odada tek başına hep düşünüyordu Yılmaz: “Bu yardımı yapana ben ne yapmalıyım?..”
Gözlerini tavana dikti düşündü Yılmaz. Kızgınlığını şiddetle bağdaştırdığı ve bundan sapıkça zevk aldığı zamanlardan özür diliyor ve de can-ı gönülden bırakıyordu bütün kötü alışkanlıklarını. Bu fikrinde oldukça kararlı, niyeti tam ve kesindi. Ona göre çok gerilerde kaldığı, dikenlerle dolu sapsarı bir çölün ortasındaymış gibi hissettiği; yeni ve genç ruhu, çocuksu bedenine sığmıyordu.
Şimdi bu odada tek başına hep düşünüyordu Yılmaz: “Bu yardımı yapana ben ne yapmalıyım?..”
Uykusu gelmiyordu, kalktı, evin içini dolaştı şuursuzca. Katılaşmış beyninin artık doğru göstermekten aciz olduğu yanlış reaksiyonları, vücudu üzerinde de rahat görünüyordu. Aşırı yaramazlıklarından yadigâr; çürükleri, yaraları ve topallayan sol bacağını yeni keşfetmiş gibi inceledi Yılmaz. Elinin ulaştığı, kuvvetinin yettiği yerlerini serin suyla yıkamaya çalıştı. Kuruyup kabuk bağlamış olanları yavaş yavaş kaldırdı. Yıkadıkça acıları artsa da eskiye ait izlerin kalmasını istemiyordu.
Sabaha kadar uğraştı, tekrar yatağına döndü. Gözleri ağaç kesilmişti sanki. Bir defacık olsun kapanmadı. Sabah ezan sesleriyle birlikte uzandığı yerden doğruldu. Yataklarını topladı, itinayla bir köşeye yığdı. O kadar iş yaptı ki, kendi kendine; “Derse vaktinde yetişirim” dediği zamanı, giderek ikinci derse, o da yetmedi üçüncü derse sarkıttı. Yılmaz, eski Yılmaz değildi. “Bir anda bir insan bu kadar mı değişir?” dedirtecek kadardı.
Bütün bitirim tipler, etrafını sarmış, onunla dalga geçiyorlarmış gibi düşünüyordu. En son duyduğu kelimeler, birer çelikten balyoz gibi beynine beynine iniyordu: “Boşuna inkâr etme yalan söylüyorsun! Ali'nin kuyruğundan ayrılmayan o kadar çocuk var ki… Ola ola sen de o kara kuru köylünün peşine takılanlardan oldun desene! Aklını kaçırmışsın Yılmaz! Geri kafalı Nuri öğretmenin sözünden çıkmıyorsun ve bize de bu hastalığı bulaştıracaksın o cılız aklınla! Çekil karşımızdan, gözümüz görmesin bir daha! Artık zırvalamayı kes, defol!” deyip sert çıkışıyor, olmayan aklını başından alıyorlardı. Yılmaz, aklına gelenlerden dolayı sahiymiş gibi ızdırap çekiyor, neye uğradığını şaşırıyordu.
O bitirim tipleri hepten unutmak istiyordu ama ne mümkün? Bunca beraber olduğu sokak arkadaşları, öyle zihnini meşgul ediyordu ki; ne etse kurtulamıyordu. Her zaman oklarına hedef olacaktı. Şimdiden tedbir almalıydı. Önce fikren ayrılacak, bilahare bedenen…
Zil çalınca kuytu bir köşeye çekildi, kimselere görünmek istemiyordu. Buna rağmen uzaktan, yakından gelen kırıcı lafların hedefi olmaktaydı: “Oğlum sen hayal görüyorsun! Bir gün bu dönekliğinin hesabını soracağız! Seni sürüm sürüm süründüreceğiz, iki ayaklı şeytan! Bunları sakın aklından çıkarma! Çok şey istemiyoruz oğlum! Git miskin miskin pinekle, kediler gibi sobanın dibinde uyu! Mektebine, işine geç kalma, çünkü senin, Ali gibi zavallı birinin üç beş kuruşuna ihtiyacın var düdük!” DEVAMI YARIN