Üzerinde bir tasarruf vardı ama tam anlayamıyordu...

A -
A +
Karanlık çökmeden köye ulaşmak isteğiyle yanıp tutuşsa da hâlinden memnundu Hafız Lütfü...
 
Hafız Lütfü, medrese arkadaşlarından ayrılalı beri hiç hız kesip yavaşlamamıştı bile. Hepsi hesap edilmiş gibi peş peşe denk geldi. Daha doğrusu denk getirildi. Üzerinde bir tasarruf vardı ama tam anlayamıyordu. Karanlık çökmeden köye ulaşmak isteğiyle yanıp tutuşsa da hâlinden memnundu. Gözü ufuklarda, kulağı çevreden gelecek seslerde, gönlü muhterem hocasının söylediklerinde, kafası ise ailesi ve yolunu gözleyen hane halkındaydı.
“Hane halkı” derken öyle hasretti ki her aklına geldiğinde sanki ateşsiz bir humma bedenini sarıp cayır cayır yakıyor, soğuk soğuk ter döktürüyordu ona. Bir daha düşünmemek ve hayallerinden atmak için gözlerini sıkı sıkıya yumsa da ne mümkün... Ne yaptıysa nafile! Kafasından geçenlere, hasretle kavrulan hislerine, dur durak bilmeyen duygularına hükmedemiyordu. Tortum eğrilerinden geçerken anacığının anlattığı seferberlik senelerinde bu yollarda çektikleri aklına geldi. Ne sıkıntılardı? Onları yaşayanlar bilirdi. Kocaman, vahşi fil sürüleri gibi Rus ayıları ile azgın Ermeniler el ele; cesur ecdadının, yiğit kardeşlerinin, saf milletinin nesi var, nesi yok katmış önüne, acımasızca ezip geçiyordu. Atları, arabaları darmadağın edilmiş; kadınlar, çoluk çocuk can havliyle yollara dökülmüş, kulakları yırtarcasına ağlaşıyor; köyler, kasabalar is pas içinde; her taraf ateşe verilmiş, alevlerle birlikte ‘âh-vâhlar’ göklere yükselmiş… Güzel anacığının “Gide de gelmeyesice günler…” dediği o korkunç seneleri anlatırken hep ağlar, dinleyenleri de hüzünlendirirdi. Bu devrin insanlarının anlamayacağı kadar büyük ve de çok tarifsiz acılar yaşanmış. Zaten çoğunu anlatamaz, hemen gözleri dolar, bayılacakmış gibi olur, öyle kalakalırdı. Hafız Lütfü, elbette onlarla mukayese edemezdi kendi yaşadıklarını.
“Âh! Evet, bu felâketi Rabbim bir daha bu millete yaşatmasın!” diye söylenerek epey zamandır yol aldığı dağların arasından geniş bir vâdiye çıktıklarını gördü. Hozan tarlaları dolduran cırcır böceği sesleri, gittikçe koyu bir tül gibi etrafı örten lacivert karanlık, gecenin iyice girdiğini gösteriyordu.
Uzaktan gelen köpek havlamaları, belli belirsiz insan sesleri yakında bir köyün olduğunun müjdecisiydi lâkin hangi köyde? Aslında iyice de yorulmuştu. Sıkça esnemesi mutlaka uyku alâmetiydi. Bir an evvel köyüne ve hasretiyle yanıp tutuştuklarına ulaşmak isteğiyle, kamyonu kullanan pala bıyığa doğru bir hamle yaptı.
- Şu cılız ışıkların olduğu yer Kutumar mı?
- He kardaş, ya nere olacak?
- Bu yoldan ilk defa geliyorum da…
- Belli… Zaten bu yol yeni açıldı. Bir sene oldu, olmadı. Epey de kısaldı ha. Eskiden taa Oltu’yu dolaşırdık, anamız ağlardı. Bu yol sizin köyün de içinden geçiyor. Az kaldı. Simsekiz’den sonra evindesin.
- Rabbim devletimize zeval vermesin! Çok iyi olmuş.
- Eviniz nerede?
- Tam cami-i şerifin karşısında.
- Ooo desene kapınızın önünde indireceğim.
- Çok memnun olurum. DEVAMI YARIN
 
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.