Ruhunun ta derinliklerinde sanki bir alev tutuşmuş, cayır cayır yakıyordu. Daha bir gece önce yeni boya sandığını kucağına almış;
“Anacığım bununla çok para kazanacağım, sen hiç merak etme! Günde on tane ayakkabı boyarsam tam on lira eder ki ben en az elli tane boyayacağımı tahmin ediyorum. Aldığım bütün paraları sana getireceğim ve hiçbir eksiğimiz kalmayacak” diye kuvvet vermişti.
Naciye Ana; büyük, kocaman bir meşaleyi hatırlatan nura boğulmuştu da onu görecek hâlde değildi. Bu meşalenin, kendisinden kaçan Ali’ciği olduğunu anlaması kolay olmayacaktı. Onunla kendisini kıyaslayacak oldu. Düşündükçe Ali’ciği gözünde büyüyor ve kendisi daha da küçülüyor daha kararıyordu…
Birden bir koyu silüet oluştu, daha sonra o da bir şey anlamadan silindi, gözlerinin önünden kayboldu. Hisleriyle baş başa yalnız kalmıştı. Biricik evladının hayalleri, bu mutsuz ananın ruhunu göz kamaştırıcı bir nurla doldurmuştu.
Oldun hoca, hem ana,
Çok minnettarım sana,
Helâl süt verdin bana,
Hakkın ödenmez ana!
Evlat der, başa taçtın,
Hep bize kucak açtın,
Sayısız nimet saçtın,
Hakkın ödenmez ana!
Sadece sessiz, sedasız ağladı; uzun uzun kanlı gözyaşları döktü, hıçkırıklara boğuldu. Bir kadın gibi, bağrı yanık bir ana gibi ağladı, korkan bir çocuk gibi ağladı. Ağladıkça ferahlıyor, dimağı açılıyor, sanki problemi çözülüyordu. Geçmiş hayatını, daha da karanlık görüyor, geçirdiği o korkunç senelerin acısı ruhunun karanlıklara gömülmesini, kalbinin sıkışmasını, hislerinin, aklının tamamen kaybolmasının korkusunu yaşıyordu.
Yalnızlığın, fukaralığın ve büyük şehirde genç bir ana olup iki küçük evlat büyütmenin korkunçluğunu şimdi daha iyi anlıyordu. İyiliklerine karşılık, onun kaçmaya çalışmasını bir türlü affedemiyordu. Kendisinden korktu ve utandı. Hayatına baktı ve dehşete düştü. İstikbaline baktı, onu da karanlık buldu. Oysa hayatının ve ruhunun üzerine yepyeni, sımsıcak bir güneş doğuyordu; umut dolu hayat veren güneş ama onun bundan hiç haberi yoktu.
***
Buralarda duramam,
Dost katına varamam,
Dertlerden kurtulamam,
Dost yüzünü görmezsem.
Eyyüb nebi değilim,
Dertlere sabredeyim,
Ben nereye gideyim,
Derde derman bulmazsam.
Yakub nebi değilim,
Kurda haber salayım,
Ağlayıp kör olayım,
Yusuf’umu bulmazsam.
Çok zor günleri olmuştu Ali’nin, çok ağladıkları da... Bazen durgun, bazen öfkeli, çoğu zaman ise şaşkın ve çaresiz...
Sebepli sebepsiz acı çektiği olmuştu lakin böylesini hiç yaşamamıştı. Böyle hiç yanmamış, böyle çaresiz hiç kalmamıştı da! Ali öyleydi de anacığı değil miydi? DEVAMI YARIN