Yedeğinde bir atı olan asker, tozu dumana katarak yanımıza geldi...
Sultan denilince akan sular duruyordu. İki elim kanda olsa bile onun sözüne “hayır" diyemiyordum. Askerlerle konuşurken insanların tavrı dikkatimi celp etti. Biraz önce kendi hâline sokaklarda dolaşan, işine gücüne gidenler, korkmuş olacaklar ki sağa sola kaçışmaya başladılar. Askerden çekiniyorlardı demek. Silahlı iki asker ve hele bir de sultan kelimeleri, korkmaları için yeterli olmuştu ne hikmetse. Ellerindeki şilteleri, bakır kap kacakları, toprak testileri hatta kazma ve küreklerini bir köşeye bırakan tabana kuvvet başka bir sokağa dalıp kayboluyordu. Ürkmüş, ayakları çıplak, kaftanlı çocukların, yaşmaklı anaların, elleri nasırlı babaların, bastonlu dedelerin ninelerin, son bir ümitle kaçmaya çalışması beni tedirgin etmeye yetmiş de artmıştı bile. "Bu zavallı insanların hâlini görmeseydim…” deseydim de nafileydi. Bu şahit olduklarımdan sonra Sultan’ın huzurunda bir edepsizlik etmekten korkuyordum. Onun için olsa gerek sultanların hesaplarının ağır olacağını söylüyorlardı âlimlerimiz. Yine işin bu kısmını çok iyi bilen Sultan Harun Reşid benim gibi biçareden medet umuyordu. Ne kaçabileceğim bir yer vardı, ne mideme girecek bir lokmam! Ölüme, öldürülmeye her an hazır bir yarı mevta gibiydim.
Saraya yaklaşmıştık ki yedeğinde bir atı olan asker, tozu dumana katarak yanımıza geldi. Beni piyade olarak saraya getirenlere şiddetle çıkıştı.
- Hiç utanmıyor musunuz? Behlül yaya, sizler atlı...
- Bize; "Behlül’ü alın gelin” dendi. Nasıl getireceğimiz tarif edilmedi!
- Neyse Sultan görmesin! Yoksa hepimizi duman eder! Yedek ata misafirimizi bindirin gidelim.
- Peki!
Denilenleri yaptılar. Sultanımız, beni piyade askerleri at üzerinde görseydi kıyameti koparır, Allah muhafaza belki birçok insan işinden gücünden olurdu. Ona mahal vermemek için işin başından beri at üzerinde seyahat ediyormuşum havasını verdim. Beklediğimiz gibi Sultan’ımız bizi ayakta karşıladı:
- Gel Behlül’üm gel! Kaşla göz arasında hemen kayboluyorsun. Bu ne sürat?
- Efendim! Sizin işleriniz çok bir de ben ayak bağı olmak istemiyorum.
- Ayak bağı olmanı isteyen de kim? Yakınımızda ol yeter. Saatlerdir seni aratıyorum.
- Şehre gittim, dolaştım biraz.
- Ne gördün?
- Her şey iyi de millet ismini duyunca ve asker görünce telâşa kapıldı Sultan’ım. Bu hayra alâmet değil!
- Maalesef! Çok gayret ettim bu korkularını atmaları için lakin eski sultanların, bilhassa BERMEKÎ devlet adamlarının hatalarını unutmuyorlar. Şahısların hafızaları olduğu gibi ahalinin de hafızası var, bir yerlerden depreşiyor demek ki! DEVAMI YARIN