Kimi yedi, kimi on, bazıları onbeş, yirmi... Her yaştan talebe vardı.
“Dört yaşında mı ne hafız olmuş.”
“Hastalanınca ‘ilim ilim’ diye sayıklıyormuş…”
“Çok çok şenlenecek burası çook!”
“Medresemizin bereketi artacağa benziyor!”
“Hadi hayırlısı…”
Bütün medresenin duvarları kesme taştan yapılmıştı. Taş sütunlar, kemerler ayrı güzellikteydi. Kıble istikametinde, mihrabın iki yanında boy boy cübbeler asılıydı...
İlk intiba; itimat veriyordu İbrahim’e… “İyi ki gelmişim” dedi içinden. “Çocuklarla da anlaşabilirsem ne âlâ.” Etraf hoş ve her şey mükemmel, ne fazla, ne eksik, oldukça da düzenli ve temizdi… “Tam istediğim gibi…” dedi.
Nâçâr kalıcak yerde!
Nâgâh açar ol perde!
Dermân eder ol derde!
Mevlâ görelim neyler?
Neylerse güzel eyler…
***
Açık pencerelerden; dışarıdaki sesler duyuluyordu. Capcanlı pek güzel bahçelerde cıvıldayan kuşlar, meleşen kuzular; “buraya geliniz, buraya koşunuz” der gibi bütün talebeleri dışarı çağırıyorlardı sanki. Ara sıra uzun uzadıya anıran bir merkep sesi ise çocukları güldürüyordu. Mis kokulu çiçek usarelerinin doldurduğu bu medrese odasında yeni gelen misafirle tanışma yarışı başlamıştı. Kimi yedi, kimi on, bazıları onbeş, yirmi, yirmibeş yaşında, neredeyse her yaştan talebe vardı. Herkes önce ismini söylüyor, sonra da nereden geldiğini…
Çoğunluk Tillo ve yakın köylerindendi. En uzaktan gelen ise İbrahim Hakkı’ydı. Bakışlarından pek dolu olduğu belli oluyordu bu misafir çocuğun. Bu yaşta ve ilk gün onların arasına seve seve girmiş, çabuk kaynaşmıştı. Oysa o yaştakiler, umumiyetle gariplik çeker, tanımadığı, bilmediği insanlar arasında çekingen davranırlardı. İbrahim, hiç de öyle biri değildi. Belki de onun için çok merak ediyorlardı. Fakat bu merak ona pek fayda getirmediği gibi, tersine, bir eziyete dönüşebilirdi de… Nereye gitse bu tanışma merasimi; plansız bir seremoni gibi onları bekliyordu. Acemi çocuklar ve delikanlılık yaşına çoktan girmiş mollalar, sanki yerden bitiverip etrafını sarıyor, bir aşır okuması için ısrar ediyorlardı.
- Yormayın çocuğu! Daha yeni hastalıktan kurtuldu!
- Hocamızın himmeti üzerinde, bi’şey olmaz!
- Sesi de güzelmiş.
- Hadi İbrahim hadi birazcık okusana!
- Peki deyip Eûzü Besmele çektiğinde ölü sessizliği olurdu. Sanki o çocuklar hepten gitmiş, hâk ile yeksân olmuştu orası.
Devr edip geldim cihânı yine bir devrân ola.
Ben gidem bütün sarayı yıkılıp virân ola...
Okuyup hem söz edip cismim gemisin dağıta...
Yerler altında bu cismim hâk ile yeksân ola.
Okumanın, öğrenmenin kıymeti; yaş ilerledikçe anlaşılıyor olsa da İbrahim çok küçük yaşta bu tadı tatmıştı. Ona göre okuma; insanı yalnızlıktan kurtarıyor, sakinleştiriyor, zamanı kıymetlendiriyor, yetiştiriyor, kendine, ailesine, çevresine ve bütün insanlara faydalı hâle getiriyordu. Okudukça doğru düşündüğünü, kolay karar verebildiğini de görebiliyordu. Okuma zevkini alamamış olanların hâline acıyor, yaşlılıklarındaki pişmanlıklarını şimdiden görür gibi oluyordu. DEVAMI YARIN