Gümüş renkli mehtap, Dicle vadisini pırıl pırıl aydınlatıyor. Suyun durgun dalgaları başından geçenleri, kıyıdakilere fısıldıyor gibi.
Başıma gelen her sıkıntının, aslında bir imtihan olduğunun farkına varmıştım. Bu imtihanı muvaffakiyetle geçmek için, ihlâsla yaşanmış hayatları, tecrübeleri de bilmemiz lazımdı. Geçmişle alâkalı her hâdise, beni ayrı ayrı ikaz ediyor, aklı olanı sarstığı gibi beni de benden alıp götürüyordu.
Bizden sonraki nesillere hitap edip duâ alabilmek için de çok anlatıyordum. Unutulmaması için böyle iz bırakacak, akıllarda kalacak misaller bulup çıkarıyordum. İstikbalimize, yani geleceğimize ait düzgün bir yol çizmemize yardımcı olacağına inanıyorum bu yaptıklarımla.
Numune hayatların kıymetini artıran en mühim hususiyet ise çoğunun Allah dostu olan gönül sultanlarıyla alâkalı olmasıydı. Anlatılanların kıymetini artıran en mühim husus da buydu.
Yine aklım başımda değil, ben de böyle neler düşünüyorum? Deliye yakışır şeyler hepsi de…
***
Gümüş renkli mehtap, Dicle vadisini pırıl pırıl aydınlatıyor. Suyun durgun dalgaları başından geçenleri, kıyıdakilere fısıldıyor gibi. Hafif bir meltem, gecenin kendine has rutubetli, oldukça kasvetli, basık havasını dağıtmak için bütün nefesini harcıyor. Harun Reşid Efendimizle beraber ikimiz de susuyoruz. Sohbet etmek yasak sanki… Zaten konuştuğumuz an bu tılsımlı hava bozulacak gibi. İç dünyalarımız, muhteşem tabiatla kaynaşmış. Sessiz ve sakinliğimizin duyulmayan gürültüsü yetiyor bize.
Alından moruna çiçekler, yeşilden sarıya irili ufaklı yapraklar… Toprak, çayır çimen karışımı harika kokular uçuşuyor... Hepsi de bugünkü bereketli yağmurdan sonra ortaya çıkmış. Kuşlar daha bir şen şakrak, katar katar karıncalar, rengârenk kelebekler, arkalarında parlak izler bırakan salyangozlar bile etrafa saçılmış. İşte bu havalarda patika yollarda yürümeyi, Dicle kıyısında tefekkür etmeyi pek seviyordum. Sultan’ım olmasaydı mümkün olduğunca dışarıda olmaya çalışırdım. Şimdi boynum kıldan ince. O ne derse “peki” deyip, uymak daha mühim.
Ormanda, olmadı ağaçlık bir yerde, toprakta yürümek... ah ne kadar da hoş olurdu! Yürürken ıslanmak, ayaklarımın çamurlara batması, yanaklarımın ıslanması, ellerimin üşümesi bana bu dünyaya ait olduğumu daha iyi hissettiriyor galiba. Böyle havalarda ruh âlemimle kurduğum irtibat kadar kâinatta olup bitenleri düşünmek, Rabbimin büyüklüğü karşısında acizliğimi anlamayı da pek seviyordum.
Neden sonra, her daim açık olan pencereden elini uzattı Sultan'ım:
- Bak, görüyor musun?
- Neyi Sultan’ım?
- Muhteşem manzarayı!
- Efendim hep size baktığımdan dışarısını…
- Söyle Behlül, çekinme!
- Büyüklerin yanında kalbimize olduğu kadar gözümüze de hâkim olmamız lazım geldiğini söylerdi hocam.
- Ne güzel söylemiş hocan. İrfan sahibiymiş. Aramızdaki fark da buradan geliyor Behlül! Bak ben hep dünya peşindeyim sen hep ahiret derdindesin!
- Estağfirullah!
DEVAMI YARIN