Yine bugün bin bahaya alınır, Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum.

A -
A +
 
 
Lütfü Hocanın gözleri hâlâ uzaklardaydı... Ulaşamayacağı dağların zirvelerine bakarken derin bir iç çekti...
 
 
İlahi bitti, hassas olan kalpler daha bir yumuşadı. Vaktin geç olmasından ve soğuktan dolayı sokakta hiç kimsecikler yoktu. Lütfü Hocanın gözleri hâlâ uzaklarda, hanımının gözleri ise onun üzerindeydi. Ulaşamayacağı dağların zirvelerine bakarken derin bir iç çekti;
“Ya kaybedenler? O verilen ömürleri ziyan edenlerin hâli nice olacak?..” dedi ve ilave etti:
Erzurum kilidi mülk-i İslam’ın,
Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum.
Erzurum derbendi ehl-i imanın,
Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum.
Sonra daha başka bir şey demeden kapıyı açıp içeri girdi. Pencereyi açtı, kısa süre odayı havalandırdı, hemen de kapatıp devamlı oturduğu minderine doğru yürürken kendi kendine Efe hazretlerinden söylüyordu sessizce…
Gayet şecâ’atli erler var idi,
Nisâsı, ricâli hayâdar idi,
Edebli, erkânlı bir diyâr idi,
Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum.
 
Göl yerinde elbet sular bulunur.
Yine vardır deyü ümid olunur.
Yine bugün bin bahaya alınır.
Mevlâ’ya emanet olsun Erzurum.
                             ***
          VERİNTAP’TA İLK HATIRA…
Çetin kış, Verintap’a Taşınbaşı’ndan karayelle beraber gelirdi. Kısıkdere ile Çayınbaşı, Maranfırın arasındaki yamaca sıralanmış köy, iki ince derenin arasına sıkıştırılmış gibiydi. Cami dâhil evler toprak damlı, umumiyetle tek katlıydı. Mektep binasının dışında çatılı hiçbir bina yoktu. Arazi Kaleye doğru yükselirken, Davulveren’e, oradan Şekerli’ye ve hatta büyük çaya doğru da daima alçalıyordu. Topyolu’na kadar yükselen arazi, çıplak dağ silsilesi ile devam ediyordu. Issız, vahşi tepeler kurt, ayı, yırtıcı kuşların yuvası derin derelerle daha ürkütücü görünüyordu. Yükseklerden esen sert poyraz, köyün üzerinden aştığı zaman, mütevazı evlerde sessiz bir hayat başlardı. Şehirlere göçenler çoktan gitmiş olurdu. Tezek kalakları sökülmüş; merekler küskün ve sokaklar hayatsız gelip geçeceklerini bekler, dururdu. Kağnılar yer yer tayalara dayandırılır, bütün hayvanat ahırlara çekilmiş bulunurdu. İşte zemheri denilen ağır kış bu zamandı. Kocaman dağ gibi yükselen tayalar bile karlara gömülürdü. İnsanlar cami, çeşme ve evleri arasında bütün gün döner dolaşırdı. Ot yığınları, saman dolu merekler kış boyunca durmadan hayvanlara taşınır, karların köyden uzaklaşmasıyla da tamamen biterdi. Evinde ambarı un, kilerinde yedi sekiz ay yetecek kadar yağ, peynir, den, bulgur dolu olan aileler, hayatın nasıl geçtiğini anlamazlardı. Buralarda para pul geçerli değildi. İki urup arpa bir urup buğday eder, tavukların yumurtaları bozuk para olarak kullanılırdı.
Şehirden yalnız pırtı, Trabzon lastiği, gaz, çay, şeker, incik bocuk getirilirdi. Temel gıda maddeleri hep hazır olurdu. O sene kış ne kadar fazla olmuşsa bolluk da o nispette “çok olur” diye düşünülürdü. Aksine karın az, kışın çok olması herkesi pek düşündürürdü. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.