Yine öyle sıcak bir gündü...

A -
A +

İç dünyalarımız, tabiatın ihtişamıyla bir olmuş, bizi tefekküre, tövbe ve istiğfara davet ediyordu.

 

 

 

Bizlere sesli sohbet yasaktı sanki… Zaten konuştuğumuz an bu uhrevi hava hepten bozulacak, dünya işlerine karışacak gibime geliyordu.

 

Bu gece iç dünyalarımız, tabiatın ihtişamıyla bir olmuş, bizi tefekküre, tövbe ve istiğfara davet ediyordu. Suskunluğumuzun sessiz gürültüsü yetiyordu bize…

 

Büyüklerimiz dememişler miydi? "Suskunluğumuzdan anlamayan konuşmamızdan ne anlayacaktı ki?”

 

 

 

Nice masumlar var, açtır geceler!

 

Duyulmaz sesleri biter heceler.

 

El pençe secdeye, durur niceler.

 

Aczini bilendi Behlül-i Dânâ.

 

 

 

Kula şükür gerek der her anına,

 

Huzurda baş eğer Yaratan'ına.

 

Sığınır Allah'a O cananına...

 

Hak yolun yolcusu Behlül-i Dânâ.

 

 

 

Onlar ki semaya yükselen erler.

 

Aşkullahla Allah adıyla derler.

 

Haramdan sakınır, helâlden yerler.

 

Hak yolunda kuldu Behlül-i Dânâ.

 

                    ***

 

     AH! DİKENLİ DİLİM AH!

 

Kızgın yaz, Bağdat'ın her tarafında kendini göstermek ve tam yerleşebilmek için bütün rüzgârları lodosu, poyrazı, yıldızı, gün doğusunu, karayelini hepten kovmuştu. Öteki yakada ilkbahar, daha pılısını pırtısını toplamamış, bir kenara çekilip oldukça mahzun bir göçmen gibi çömelmiş. Gitmekle gitmemek arasında sallanır bir hâlde, elinde bir demet pörsümüş çiçek, dağarcığında üç beş akçe kıymetinde meyve, bekleyen bu güzel yüzlü muhaciri ben dahil herkes çok seviyorduk amma ve lakin ayrılmak da mukadderdi.

 

Yaz sıcaklarından bir nebze de olsa ferahlamak için hep Dicle kıyısına inerdim. Hayvanlarına su içirenleri, balık tutanları, tarla, bağ ve bahçelerine su götürenleri ibretle seyreder, ders almaya çalışırdım aklımca.

 

Yine öyle sıcak bir gündü; kıyıdaki kurumuş bir söğüt kütüğüne oturmuş, etrafı seyrediyordum. Bir Bağdatlı eski kayığıyla balık avlama telaşındaydı. O kadar uğraştı ki onun yerine seyrederken ben yoruldum. Önce sandalın kıç tarafındaki ağı suya bıraktı. Gözü ipte, bütün kuvvetiyle küreklere asıldı. Bir müddet sonra gözden kayboldu; kayığı da adamı da görmez oldum. Demek rızkını başka yerlerde arıyordu.

 

Sıcaklık, gitgide bastırıyordu bütün şiddetiyle. Uzaktan uzağa bağrışmalar, suda yıkananların hışırtıları dışında bütün kâinat sükût etmişti. Hiçbir şey duymuyor, göremiyordum Sultan’ımızın hasretinden mâadâ.

 

Herkesin bir imtihanı vardı; benimkisi fakirlikle, Sultan’ımınkiyse zenginlikleydi. Güzellik, çirkinlik, sağlam ve kuvvetli olma, hastalıklı zayıf olma imtihanlarında ter dökenlerin de haddi hesabı yoktu. “İmtihanlarını geçene helâl olsun…” dedim, Sultan’ımızı düşünmeye devam ettim.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.