Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselam- Arab'tır. Peygamberimizden sonra olabilir ki Arap kavminden bazıları, bu hususu ırkları için bir üstünlük sebebi sayabilirlerdi. Hâce-i kâinat/kâinatın Hocası, buyurdular ki 'Arabın gayrı Araba, gayrı Arabın da Araba üstünlüğü yoktur, üstünlük takvadadır'. Cahiliye devrinde Araplarda kavmiyetçilik, kabilecilik çok ileri noktalardaydı. Bu vakıa, kavga-dövüş ve harplere yol açtığı gibi bitip tükenmez kan davalarına da sebep olmaktaydı. Şanlı Peygamber, o muhteşem Veda Haccı'nda 120 Bini aşkın sahabiye ve onların şahsında bütün ümmete ve kıyamete kadar gelecek bütün mü'minlere ve bütün insanlığa her türlü ırk üstünlük iddiasını, her türlü kan dâvasını ayaklarının altına aldığını ilan ediyordu. Çünkü, Allahü teâlâ, Kur'an-ı keriminde insanlar, birbirleriyle daha iyi anlaşsınlar diye onları kavimlere, kabilelere ayırdığını haber vermektedir. Peygamberler Peygamberi, 'kişi, kavmini sevmekle suçlanamaz!' buyurmaktalar. Bir kimse, milletini sevebilir. Onun menfaatlerini korur. Böyle yapması da şarttır. Ancak, tek başına kendi ırkını, milliyetini üstün addedemez. Bugünkü anlamda milliyetçilik, Fransız ihtilalinden sonra ortaya çıkmış bir kavramdır. II.Cihan Harbi öncesinde en ifrat noktaya varmıştı. Devleti ali Osmanı bu yolla parçaladılar. Balkan kavimlerine aşılanan kavmiyetçilik duyguları, 1821'de Yunanlılardan başlayarak önce bütün Balkanları sonra da bütün imparatorluğu sardı. Milliyetçilik, milletine insanlık camiasında şahsiyetli bir yer kazandırmaktır. O devirde böyle bir kavram yoktu. Ama kim, Fatih Sultan Mehmed'den daha büyük milliyetçidir veya Sultan Alparslan'dan yahut Kanuni Sultan Süleyman'dan veya diplomatik dehasıyla devleti ayakta tutmaya çalışan Sultan Abdülhamid Han'dan? Fransız İhtilaliyle alevlenen milliyetçilik, İslam Coğrafyasında devletin parçalanmasına, anasır-ı islam/İslam unsurlarının dağılmasına hatta husumetlere yol açtı. Artık hemen her ırk, kendi kavminin daha üstün olduğu iddiasındaydı. Milliyet, ümmet kavramının yerine ikame edildi. 'Ümmetten millet çıkarttık' iddiası, yakın tarihlere kadar telaffuz edilmekteydi. Bugün barış derken esasında bir muhasebe yapılmakta. Kürtler, I. Dünya Harbinden sonra ümmet fikrine sadakatle ana gövdeden kopmamışlardı. Dindar kaldıkça da kopmayacakları anlaşıldığından bir dinsizlik projesine maruz bırakıldılar. Aynı şoven proje, önce Türklere uygulandı, netice alınamayınca 50 Sene sonra Kürt kavmine dönüldü. Şimdi gündemde olup-bitenler, aynı zamanda Fransız İhtilaliyle hesaplaşmaktır. Gelinen siyasi, sosyal ve fiili mecburiyetler, ümmet gerçeğinin yeniden keşfini emretmekte. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde ana fikir, Ümmet-i Muhammeddir. Hukuk caridir. Şeriat, Müslimlere ve gayrı Müslimlere adaletle uygulanır. Filozofların düşüncelerinden doğan Fransız İhtilali, can çekişmekte. O ihtilal, insanlığa, göz yaşı, kan ve zulüm dışında ne adalet, ne müsavat/eşitlik ve ne de hürriyet getirebildi. Fransız İhtilali, Veda Haccı önünde iflasa mahkumdur. Dertlerimize de sevinçlerimize de ümmet ölçeğinde bakmak bize zenginlik katar.