İngilizler, Siyonistler ve dünya masonları, İsrail'i kurarken ne yaptıklarının farkındaydılar. İslâm coğrafyasının ortasında, o coğrafyaya aykırı bir devlet inşa ediyorlardı. Gerekli tedbirler alınmadan yaşaması mümkün değildi. İsrail'in her bakımdan desteklenmesi gerekirdi. Bu destekleme, sermaye ve matbuatla olmalıydı...
Batılı başkentlerle ticaret merkezleri, gerekeni yapmaktaydılar. Fakat Hıristiyan âlemde yapılan bu arka çıkmalar İslam âlemini ikna etmek için yetmezdi. Bu sebeple yapılacak olan Türkiye üzerinden çalışmaktı. Türkiye denince de -elbette- İstanbul merkez olacaktı. İslâm âlemi ve Orta Doğu üzerinde en etkili yer, yine İstanbul'du. Bu sebeple İsrail'i ustalıkla himaye edecek sermaye ve matbuat devreye girdi. Bu sermaye/para sahipleriyle, matbuat/medya sonraki yıllarda en hassas şekilde İsrail'i kolladılar. Yahudi devletinin menfaatine en ufak ziyan verecek bir gelişme sezdiklerinde tavizsiz bir şekilde tavır koydular. Ordu dahil sızılması gereken her tarafa sızmışlardı. Batılı başkentler, sermaye ve medya çevreleriyle köksüz Beyaz Türklerin iş birliği, millî yerli ve mânevî değeri olan her şeyin önünde set olmaktaydı. Aslında bu yapılanma ilk değildi, bu yapılanma aslında bir tahkimdi. İlk yapılanma bir asır evvel 1839 Tanzimat Fermanıyla hayata geçmeye başlamıştı. Tek Parti döneminin ilk yıllarında esaslı şekilde pekiştirildi, 1948'den itibaren pervasızlaştı. 1960 Cunta cinayeti 1960'tan ibaret değildir. Önceki çok partili iki demokrasi tiyatrosundan sonra 1945'te Türkiye'ye çok partili hayat gönderilmişti. 1946'da seçimlerin yapılmış olması bile 1948'in hazırlığıdır. Şeklen demokrasiye geçilmişti; fakat kuru kalabalığın sandığa giderek parti tercihi yapması ötesinde bir güç yoktu. Güç, sermaye ve medyadaydı. İktidar, ordu ve etkili her kuvvet hakimiyet altına alındı. 1960'tan itibaren bu milletin evlatları, bu millete karşı kullanıldılar. Aradan yarım asır geçti; tabiatiyle bu yarım asırda mevzubahis imkânlarla taraftar topladılar, güç kazandılar, çevreye yayıldılar.
Bu tasviri tahlil etmeden, 1960, 1971, 1980, 28 Şubat 1997, 28 Nisan 2007, 7 Şubat 2012, 17-25 Aralık 2013 darbeleri izah edilemez. Şu hâle bakınız ki 28 Şubat Post Modern Darbesinin yıl dönümünde 17 Aralık Dost Modern Darbe'yi konuşmaktayız. Bunlar neye alet olunmuş olmak bakımından şüphesiz ki çok acı bir gerçek.
28 Şubat'ın suçu sadece askerin üstüne yıkıldı. Halbuki o günlerde o askere "yürü aslanım arkandayız!" diyerek cuntacılığı depreştiren 28 Şubat sermaye ve medyası ile yargı vs. de vardı. 1948 ruhuyla her şeyi alt-üst ettiler. Öyleyse; asker içerdeyken diğerleri keyif sürmeye devam mı etsinler?
Elbette hayır! 30 Mart'ta sandıktan büyük bir zaferle çıkacak AK Parti çok şeye imza atacaktır.