Ne günlerdi o günler... Hayır, hayır yanıldınız. Bir döneme hasret değil bu kelimeler. Tam tersine "ne kötü günlerdi" demek istiyoruz. Yüce Allah, o günleri bir daha yaşatmasın. Hangi günler? Deri fabrikalarının inanılmaz berbatlıktaki pis kokuları yüzünden arabayla dahi Zeytinburnu sahilinden geçemez olmuştuk. Şehri batı yakasından bu fabrikalar esir almıştı. Tam ortasından da kuzeyden güneye uzanan bir başka şanssızlık vardı. Haliç, çok geniş bir alanı dayanılmaz kokusuyla tehdit etmekteydi. Ortada sadece felaket derecesindeki kokularıyla Zeytinburnu ve Haliç yoktu. Bizatihi yokluklar yaşanmaktaydı. İstanbul ağaçsızdı, susuzdu, yolsuzdu. Ağaç, neredeyse yalnızca kabristanlarla cami avlularındaydı. Zaten fakir ve orta tabaka halk, hafta sonlarında çoluk çocuğuyla cami avlularına sığınmaktaydı. Çünkü şehirde park da yoktu. Tarihten intikal eden Gülhane, Yıldız, Emirgân parklarıyla Çamlıca Tepesi harap olmuştu. Olmasa da ailelerin buraya gitmeleri, gitseler de huzur bulmaları imkânsızdı. Mukayeseye dayanan böyle bir tabloyu uzatmak çok mümkün. Öyle bir yazının kitaplaşacak hacme varması hiçten bile değil. Bu kadarcık hatırlatmayı ise şundan yapıyoruz. Çabuk unutmayı haslet zanneder hale geldik. Ortadaki şu eserler dün yoktu. Onun için yorgunlukları fark edip hakkı teslim etmeliyiz. İstanbul ya yeni eserler kazanıyor veya mevcutlar elden geçerek tekrar göz ve gönül huzuruna sunuluyor. İlk defa kazandığımız ve benzeri sayılı dünya ülkelerinde olan en son eser, Haliç kıyısındaki Miniaturk. Sütlüce'de çok geniş bir sahaya kurulmuş. Tarih, tabiat ve denizle iç içe. Balkanlar'dan Kudüs'e, İzmir'den Erzurum'a Osmanlı coğrafyasındaki belli başlı bütün eserlerin birebir benzerleri küçültülmüş olarak burada. Biletlerle dinleme cihazları açılarak her eserin kısaca hususiyetleri öğrenilmekte. Mükemmel bir işletmecilik var. Her taraf tertemiz Haliç, yanı başınızda gezinize eşlik etmekte. Bilhassa aileler rağbet ediyorlar. Eserde İstanbul Kültür AŞ Genel Müdürü Cengiz Özdemir'le yardımcısı Gazi Altun'un imzaları var. Şu husus bilhassa dikkatimizi çekti. Buraya toplumun her kesiminden aileler gelmekte. Dikkatimizi çeken şu, bu insanlar, aynı değerleri paylaştıklarını fark ederek birbirlerini kabulleniyor, dile getirmeseler de birbirlerini seviyorlar. Çocuklar zaten dalında şakıyan kuşlar gibi. 550. Yılda Miniaturk ve İstanbul Buluşması Miniaturk, Fethi Mübîn'in 550. Yılında İstanbul'a armağan. 550. Yıla diğer armağansa tarihi Gülhane Parkı. Bir zamanların Bağçeyi Hümayun'u, Topkapı Sarayının bahçesi. Meşhur Tanzimat Fermanı'nın okunduğu mekân. Bu mekân, bir dönem bîmekânların barınağı olmuştu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, burayı da yeniden imar ettirdi. İstanbul Vakfı'nın kibar ve başarılı organizasyonuyla Gülhane'de bir etkinliğe katıldık. Mehmet Nuri Yardım ve Ali Mete gibi gayretli insanların çabalarıyla 550 Yılda 550 Şair ve Yazar I. İstanbul Buluşması adıyla bir araya geldi. Şiirler okundu, tahammül sınamalarından geçildi. Gülhane ayrı güzel, İstanbul Buluşması ayrı güzel, İstanbul Vakfı fikri bir başka güzel. İştirakçilere hediye edilen kitaplar dahi antika değerinde. Bu hız, inşallah durmayacak ve İstanbul, sürekli hamlelerle dünyadaki müstesna yerini en kısa zamanda bir kere daha kazanacaktır. İstanbul ne olursa diğer şehirlerimiz hatta komşu şehirler de o olur. Gözler, İstanbul'un üzerindedir. Her eserde her kimin emeği varsa iki cihanda aziz olsunlar. Lakin bir ricamız ve bir de sitemimiz var. Sitemden başlayalım. Fatih kazası, İstanbul'un tam ortasında. İsmini İstanbul'un sahibinden almakta. İstanbul'un sahibinden başka bir çok padişah, âlim, velî, ve tarihî eser bu semtte. Fakat Fatih kazası daha doğrusu Fatih Camii ve Yavuz Sultan Selim Han'ın türbesinin bulunduğu Yavuz Selim Camii ve dolayları anlaşılmaz bir ihmalkârlık yaşıyor. Ricamıza gelince o iki tane. İki tane daha minyatür eser istiyoruz. Miniaturkistan ve Miniaislamâlemi. Miniaturkistan, Zeytinburnu sahiline, Miniaislamâlemi de Haliç'in Cibali sahiline kurulabilir.. Bizim dünyaya anlatacağımız o kadar çok sözümüz var ki.