10 Nisan 2025 tarihli İMZA başlıklı sütunumuzda "yetim-i akran" olmaktan söz ettik. Arkadaşım, Ömer Faruk Turan’ın vefâtı üzerine o yazıyı kaleme almıştım. Merhumu tasvir etmeye çalışmış fakat doğrudan kendisini tanıtmak yerine umumî vasıfları üzerinde durmuş ve bu vesileyle "yetim-i akran" sözüne temas etmiştik. Nerede doğduğu, ne okuduğu, ne iş yaptığı, ne eserler verdiği… gibi şahsıyla alakalı bahisler ise ayrı bir makale konusuydu. Şimdi de bu cephesini anlatmaya çalışacağız…
Bizi tanıyanlar bilirler. Hak edene hak ettiği değeri veririz. Bize bu yazıyı yazdıran yalnızca arkadaşlık duygusu değildir. Başka milletler, değerlerini, haklarında yazılar, kitaplar yazarak, adlarına ödüller koyarak… anmakta, nesillerine tanıtmakta ve böylece markalaştırmaktadırlar. Florans Nightingale, savaşta yararlık göstermiş bir Fransız hemşiredir. Onlar, bu sağlık çalışanlarını markalaştırdılar. Sadece İstanbul’un muhtelif semtlerinde adını taşıyan yarım düzine kadar hastane ve hemşirelik yüksekokulu var. Keza ülkemizdeki Lozan’ın kötü mirası ecnebi okullarının çoğu da ait oldukları memleketlerin tanınmış kişilerinin ismini taşır. Dinamitin aynı zamanda tahrip edici bir kundaklama silahı olarak kullanıldığı malumdur. Dinamiti İsveçli kimyager Alfred Nobel bulmuştu. İsveç, bu kâşifini imhâ silahı yapmasından dolayı yok saymadı. Soy isminden hareketle "Nobel Ödülü"nü ihdas etti. Bugün bu ödülü almak, dünyanın en itibarlı başarılarından biri sayılıyor. Bu vefa, kadir, kıymet bilme, rejimi, ideolojisi ne olursa olsun dünyanın hemen her devletinde mevcut. Bizde hiç yok denemez, son zamanlarda bir kıpırdanma da görülüyor ama o kıpırdanmadan çok evvel tam aksi de yaşandı. Fransız deniz subayı ve birinci sınıf olmayan bir romancı olan Pierre Loti, bir iki kere gelip kahve içti diye Eyüpsultan sırtlarındaki İdris Tepesi’nin adı Piyerloti Tepesi yapıldı. Yani O’nun bu mübarek toprağı gezmesi onur sayılmıştı. Bu isim maalesef hâlen devam ediyor. Böyle bir değişiklik niçin oldu? İlk sebep, illetli yabancı hayranlığıdır. Bir ecnebinin -güya- bir Türk kızına tutulması bile övünme sebebi olarak görüldü. İkincisi de bir Kürt âlim olan İdris-i Bitlisî Hazretleri üzerinden Osmanlı ecdadımıza muğberlik. Anadolu birliğinin kurucusu Yavuz Sultan Selim Han’ın bölgeye yaptığında seferde Kürt aşiretlerini Sultan’a biat etmeye İdris-i Bitlisî ikna etmişti. Büyük devlet olmanın sebeplerinden biri de marka insanlar çıkarıp dünyaya tanıtmaktır. Fetihler sadece silahla olmaz. Şöyle de diyebiliriz: "Bir insanın cemiyet içindeki değeri, ebeveynin ona verdiği değer kadardır!"
Hak eden bir insan için yalnızca cenaze namazından sonra imam efendinin "merhumu hâl-i hayatında nasıl bilirdiniz?" sualine verilen cevapla kalmayarak tarih sayfasına bir derkenar yazmış olmayı vazife telakki ederiz:
Ömer Faruk Turan, Ahlat doğumludur. Yani evet; Osmanlıydı fakat ondan da evvel Selçukluydu. Haydarpaşa Lisesi ve İstanbul Üni. Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi mezunu. Türkiye gazetesi, yayın hayatına ilk başladığında gazetede çalışmışlığı vardır. Askere gidince "bir öğretmen, bin kişiye bedeldir" şiârı icabı Fransızca öğretmeni olarak Bursa Işıklar Askerî Lisesinde subay öğretmen olarak kaldı. Ayrıca yıllarca paşalığa hazırlanan kurmay subaylarımıza yabancı dil öğretti. Bir kalıcı ve kıymetli hizmeti de şudur; dünya dillerinde çok sayıda kitap neşreden Hakikat Kitabevi’nin bastığı kitapları Fransızcaya tercüme etti. Bu eserler, sadece Fransa’da değil, Fransa’nın sömürgesi olma talihsizliğine düşmüş olan başta Afrika olmak üzere ülkelerde okundu ve okunmakta. Merhum, aynı zamanda iyi bir aile reisiydi ve iki kıymetli evlâdın da babasıydı…
Bunları yazmak şahsım için bir vefa borcuydu. Oğlu Cüneyd Turan’la vefat günü karşılaştığımızda bizi çok sevdiğinden bahisle "iki sözünden biri sizdiniz" dedi. Bize olan muhabbetini daha birçok kimse dile getirdi. Biz, sevilmeye layık olduğumuzdan değil, O, âlicenaplığının gereği bunu yapmıştı. Tanıyanlarının da teslim edeceği gibi Ömer Faruk Turan, maalesef keşfedilmemiş bir birinci sınıf aydındı. Çok zeki ve güçlü tahlil gücüne sahipti. Ne yazık ki devlet, bir asırdır emaneti ehline vermeyi esas almak yerine kuru akademik ünvanları kıstas saydığından suların gürül gürül boşa akması gibi birçok münevverimiz de böylece kaybolup gitmektedir…
Tesellimiz şudur:
İnsanın şu geçici dünyada layıkıyla kıymeti bilinmese ne gam! Kur’ân-ı kerîm, Zilzal Suresi’nde zerre kadar hayrın da şerrin de karşılıksız kalmayacağını haber vermiyor mu? Veriyor! O hâlde; ödül verenlerin en büyüğü olan Allahü teâlâ, kuluna ödül verirse dünya ödüllerinin ne önemi kalır? Ömer Faruk Turan, mükâfatını yüce Allah’tan bekleyerek ter döktü.
Şahidiz.
Çok kimse de şahit…
Arkadaşımızın şehîd olmasından yana ümitliyiz. İslâm âlimleri, dermansız dertten ölenin şehîd olduğunu haber vermekteler. Anlaşılan o ki merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz, şifâ vermeyince şehîdlik vermekte.
Mekânı cennet, derecesi âli olsun.
Rahim Er'in önceki yazıları...
Âmîn. Velhamdulillahi rabbil alemîn...