AB'ye 1959'da kurucu ortak olarak imza koyduğumuzdan bugüne kadarki Türkiye manzarasına baktığınızda 4 darbe, 10 yıl süren şiddetli bir komünizan terör, 15 yıl süren bölücü terörü görürsünüz. Biz bunlarla uğraşırken dışarıda köprülerin altından çok sular aktı. Kayıp yıllarımız fazla. İşte bu kayıp yıllardan dolayı bugün AB önünde işimiz kolay değil. Tarih alındı ama, yol uzun ve zahmetli. Tehdit fazla. Güney Kıbrıs gibi sözde bir devlet 70 milyonluk bir Türkiye'yi incitebilmekte. İlk günden çıkış yapmaya başladılar. Papadopulos, AB liderlerine mektup yollayarak Türkiye'nin Kıbrıs'ı 3 Ekim tarihine kadar tanımasını, aksi halde veto hakkını kullanacaklarını yazmakta. Diğer taraftan Fransa ve Avusturya'nın referandum tehditleri de devam ediyor. Yunanistan cumhurbaşkanı, "Türkiye için uykusuz kalmanıza değer miydi?" yollu rencide edici imalarda bulunmakta. Avusturya'nın tutumu baştan beri aynı. Tarihi korkuyu içinden atamamış. Fransa ise zikzaklar çizmekte. Jacques Chirac, bir öyle konuşmakta bir böyle davranmakta. Türkiye başbakanına randevu vermemesi, elini sıkmamak için olduğu yerden uzaklaşması şüphesiz ki nazik davranışlar değildi. 18 Aralık günü Paris'te yaşananlar da manidardır. Bu şehrin belediye başkanı, Leyla Zana'ya hemşehrilik beratı, ismini de bir caddeye verdi. Bu hareket de bir mesajdır. Aynı Fransa, Ermeni kozu da oynamakta. Fransa cumhurbaşkanı, Türkiye'nin tarihiyle yüzleşmesini tavsiye ediyor. Bunun ahlaki olacağını iddia etmekte. Peki Fransa, Cezayir'le ne zaman yüzleşecek? Maraş'la Antep'le, Anadolu ve Suriye ile ne zaman yüzleşecek? Türkiye tarihiyle yüzleşsin diyecek her batılı devlete tarihin fazlasıyla söyleyeceği söz var. Doğrudur, her devletin veto tehdidi yaşanacak. Doğrudur istisnalar var. Doğrudur farklı muamele görüyoruz. Doğrudur müzakerelerin ucu açık. Fakat şunlar da doğru değil mi? Tek sorumlu 2 yıllık şu hükümet mi? Bu memleketi daha evvel idare etmiş hükümetlerin ihmal, kusur ve kabahatleri yok mu? Hiç tarih almamak mı iyiydi, yoksa çok çetin müzakereler vaat etse bile tarih almak mı daha iyi? Üstelik özel statü, imtiyazlı ortaklık kabul edilmedi, Rum tarafının tanındığı şeklinde bir imza konmadı. Zaman kazanıldı. Kazılan zamanla yapılacak pazarlıklar sonucu çıkış yolları bulunabilir. Konuşmak, kapıların yüze kapalı olmasından iyidir. En kötüsünü düşünelim: Kabul edelim ki 5 veya 10 yıl sonra bir veya birkaç ülke halkının oyları veya bir başka sebeple Türkiye AB'ye giremeyecek. Ne kaybederiz? O zamana kadar, mevzuatımıza, ticaretimize, hayatımıza, şehirlerimize çeki düzen vermekten öte bir zararımız olur mu? İncelik işte bu noktada, dönüşü olmayan yola çok dikkat etmeli. Hükümetin işi zor. Muhalefet içerde her boşluğu affetmeden vuracaktır. Dışarıda ise askerimiz, polisimiz vurulacak. Paris örneği gibi işgüzârlıklar yaşanacak. AB'nin Türkiye muhalifi kanadı dalga dalga saldıracak. AB ömür törpüsü. Ortada ne bir zafer ve ne de hezimet var. Randevu alınmış, hedefin tam üyelik olduğu kesinleşmiştir. Bu hedef için 3 Ekim tarihinden itibaren kıran kırana pazarlık yapılacak. Sinirlerin çelik gibi sağlam olması gerekiyor. Sinirlenmeyen, çalışan ve sabreden kazanır. Türkiye, kazanacağına inanmalı. Üyeliğin altın tepsi içinde sunulmayacağına da...