Davanın hissi olmaması gerekir. Ameliyata hazırlanan hekim, bir düşmanıyla da karşılaşmış olabilir. Ona düşen o ân şahsi hesap değil, insan hayatını kurtarmaktır. Ameliyatı yapacaktır. Aynı şekilde adalette de hislerle hareket olamaz. Mahkeme hey'etinin, ihsası reyini belli etmesi red sebebidir. Son günlerde adaletimiz çeşitli yönleriyle tartışılmakta. Katil tesadüfen yakalanınca katil zanlısı olarak 37 gündür içerde yatan gencin masum olduğu anlaşılıyor. Böyle bir netice şüphesiz ki üzücü. O insana 37 gün 37 sene gibi gelmiştir. Acaba katil yakalanmasaydı ne olacaktı? Orhan Pamuk meselesi büyük gürültülerle adliyeye taşındı. Hiç hoş olmayan manzaralar gördük. Dünya medyası o mazralarla Türkiye'yi gösterdi. Dosya şimdi adalet bakanında. Çok büyük ihtimalle dava açılmayacak. Çünkü AB'yi etkilemesi söz konusu. Netice? Adliye yıprandı. Yücel Aşkın meselesi de çok tartışıldı. Halen de tartışılıyor. Artık hadise ideolojik boyutlara taşındı. Mahkemelerin serbetçe karar verme hakkı adeta elinden alındı. Daha başka davalar da var. Bunlar da önce iç kamuoyuna sonra dünya kamuoyuna taşınıyor. Dışarıya taşınan bu davalarla Ankara zorda kalmakta. Tuhaftır, bu tip davalar azalacağına artmakta. Son gelişme Joost Lagendijk'le alakalı. Bu isim, Türkiye-AB Parlamento Komisyonu eş başkanı. Hakkında henüz dava açılmadı. Bir şikâyet üzerine savcılık soruşturma başlattı. Kararı mahkeme verecek. Ancak bunu dünyaya anlatmak çok zor. Açılmış bir dâvâ gibi görülüyor. Şanssızlığa bakınız ki Lagendijk, bir Türkiye dostu. Türkiye'nin AB'ye girmesi için en fazla mücadele edenlerden. Ama TSK hakkındaki konuşması da bir şanssızlık. Ne var ki değerler farkı yaşıyoruz. Onların hassasiyetiyle bizimki apayrı. Onların ordu değerlendirmesiyle bizimki aynı değil. Hükümet muhakkak ki son zamanlardaki bu artı-eksi adalet haberlerinden, dâvâların Türkiye'nin başına sıkıntı olmasından rahatsız oldu. Onun için dışişleri bakanı Abdullah Gül, dün bir açıklama yaparak bu davaların çoğuna mesnet teşkil eden 301. maddenin değişebileceğini haber verdi. Buna da memnun mu olmalı, memnun olmamalı mı düşünülecek bir konu. Bir kanun çıktığından kısa süre sonra değişiyor. Böylesine çürük yapılı kanun olur mu? Olursa hukuk teknisyeni onu tatbik eder. Masasındaki kanun, "dâvâ aç" diyorsa savcı, hakim onu tatbik eder. O zaman da maşeri vicdan türlü şekillere rahatsızlık duymakta. İşte ortaya böylesi sakillikler çıkıyor. Adalet tekliyor. Adalet teklerse toplum düşer. Yeri gelmişken şunu da söylemeli. Açılmış bir dava hakkında mahkemeye tesir etmek maksadıyla yazmak, çizmek konuşmak yasak. Ne var ki şu davalarda yasak defalarca delindi. Öyleyse burada bir yanlışlık yaşanıyor. Kanun zayıf için değil, herkes için vardır. Teklifimiz şu. Bu kanun da kaldırılsın. Nasılsa davalar devam ederken isteyen istediğini yazıp konuşabiliyor. Bunu serbest hale getirelim. Sahiden böyle olsa ne fark eder? Hakimler o kadar zayıf insanlar mı ki iki çift laf veya iki sütun yazının tesiriyle kanaat değiştirsinler. Üstelik ortada bir de müdafaa gerçeği var. Avukat, doğrudan doğruya mahkemeye tesir etmeye onu yönlendirmeye çalışmakta. Vazifesi bu. Öyleyse neden bir yazar, hatip veya vatandaş da bir davanın isabeti veya isbatetsizliği üzerine konuşamasın?