Bayramlar, iki dini bayram, ramazan ve kurban bayramları özünü kaybetmiş veya kaybetmeye yüz tutmuş olanlar için artık yalnızca tatil keyfi. Ne orucun bir anlamı var onlar için ne de kurbanın. Zaten bunların mahiyetine dair bir şeyler sorsanız en sıradan, en zaruri malumattan bile bîhaber olduklarını dehşetle görürsünüz. İşte şurada, bir kere daha ilân ediyoruz. Kendi kendimize yabancılaşmaktayız. Hemen bütün alanlarda ailede, mahallede, yolda-yolakta, iş ahlakında, her yerde yabancılaşmaktayız. Dünyayı yok sayamayız. Fakat kendimizden de kaçamayız. Bu kaçış, bu öze, kendine, tarihine örfüne, kimliğine yabancılaşmak. Aldırışsız olmak çok şeyleri götürdü. Doğan boşluklar da çok ziyanlara yol açtı. Boşanmalar çığ gibi artmakta. Babasız doğan çocuklar aynı hızla çoğalmakta. Diğer taraftan millî hisler, manevî değerler olsa da olur olmasa da sınıfına girmiş bulunuyor. Belli noktalara kilitlenmişiz ötesini görememekteyiz. Gece körlüğü gibi çevre körlüğüne yakalandık. Bunu adı dejenerasyondur. Yozlaşmadır. Önce tek tek, sonra cemiyet olarak zamanın derinliğinde de milletçe yitip gitmedir. Herkesin bildiği gibi bu topraklar, milletler ve medeniyetler mezarlığı. Eğer medeniyetinizi ayakta tutan maddî-mânevî kıymetleri kendi ellerinizle tahrip ederseniz siz de bir gün toprak altı olursunuz. Sokakta gençleri çevirip sorunuz. 26 Ağustos size neyi hatırlatıyor, 30 Ağustos neyi hatırlatıyor, Kurban ne zaman kesilir, hazreti Ali kim? İnanınız doğru cevabı alamayacak, şaşkına döneceksiniz. Futbol, müzik, sinemaya dair istediğinizi sorun, popüler bir dizi filmin oyuncularını isteyin. Bunlar bilinecektir. Ama onu bu günlere bir vatan, bir millet, bir kültür ve medeniyet çerçevesinde taşıyan değerlere dair hemen hiçbir şey bilinemeyecektir. Eğer bir yerde tarih şuuru, şarap kültürü kadar kuvvetli değilse orada üzülmek değil belki ağlamak bile yetmez. Fakat üzüntü de gözyaşı da çare değil. Çare ne? Çare, ideolojilere kapılmadan, orta yoldan sapmadan kendimizi bulmaktır. Biz kendimizi kaybettik. Özümüzden kendimizden uzağa düştük. Bu uzaklığı yakınlaştırmak lazım. 26 Ağustos 1071'in fetih ruhunda. 30 Ağustos 1922'nin savunma azminde. Ramazan Bayramının bir koca toplumu kaynaştırma özelliğinden, Kurban Bayramının kalbleri hassaslaştıran merhamet aşısından yeniden ve hakkıyla ve layıkıyla haberdar olmak, yaşamak ve o aşkı hücrelerimizde hissetmek zorundayız. Ne var ki arada yörüngeden çıkmış medya var. Haberi, fotoğrafı, köşesi zehirli hançer gibi olan medya bu milleti bitirmekte. Eğer medya, 26 Ağustos 1071'e iki sözde sanatçının elbise değiştirir gibi partner değiştirmelerine verdiği önem kadar olsun bu milletin zaferlerine ve büyüklerine önem verseydi ne cahilleşme yaşanır, ne yozlaşma olur, ne de yabancılaşma görülürdü. Yerli olmak, evvela medyada gerçekleşecek. Sonra millette kendiliğinden hasıl olur.