Akide şekeri tadında hayatlar

A -
A +

> Washington DC Geçen hafta çarşambayı perşembeye bağlayan geceydi. Uyku-uyanıklık arasında Mahmut Genç ağabeyimizle, oğlu değerli kardeşim Abdurrahman Genç'le dakikalar gecenin karanlığında erirken bir hayli meşgul oldum. Kararım şuydu "yarın sabah Mahmut ağabeyi arayacağım." Oysa birkaç gündür hastaymış, işitmemiştim. Sabah olduğunda vefatını haber aldım. Bir mail de Nuh Albayrak gönderme inceliği göstermişti. "Kendisini çok sevdiğinizi bildiğim için yazıyorum, bu sabah Mahmut Genç ağabeyimizi kaybettik". Telefon etmek için güne uyandığınız insanın sesi değil rahmet yankılarıyla karşılaşmanın teessürü nasıl da vuruyor insanı. Bir çınar daha toprağa düşmüştü. Bir yaman atlı daha ufukta kaybolmuştu. /Siz dostlar, ey dostlar! Bir bir süzülürken mâveraya /Biz gurbet yetimi olarak uzakta gözleri yaşlı ellerimiz duada! Mahmut ağabey, bir emanetti. Enver Ören ağabey, emanete hassasiyetle ihtimam gösterdi. Tabii şu da var. Müesseseler isimlerle markalaşır. O, sembol bir isimdi. Haberi alır almaz Enver Ören ağabeye taziye için yazdım. "Hakiki Müslümandı. Bir kere bile herhangi bir kimseye kızdığını görmedik. Bize öğrettiğinizi ölçüyle 'hubbu fillah ve buğdu fillah ile doluydu..." Cevapta "yazdıkların onun için az bile deniyor ve ekliyordu 'inşallah Hocamıza kavuşmuştur". O'nu, o sade ve güzel insanı 1968 yılında tanıdım. O sıralar Babıali'de Sabah diye bir gazete çıkardı. Onu orada tanıdım. Orada aynı zamanda Orhan Çiftlik, Ali Tâbân, Zeki Celeb, ağabeyleri de tanıdım. Belki susarak konuşan rahmetli Ethem Kırçın ağabeyi de.. 1976'dan itibarense kendisiyle yakından çalışmaya başladık. Biz 26 yaşında kalemi eline almaya cesaret etmiş bir delikanlı, o her zamanki olgunluğunda bir ağabey. "Bak diyor, şuna tashih denir, şöyle yapılır vs." Çok çocukluğumuza müsamaha gösterdi. Mahmut Genç, Türkiye gazetesini kuran ilk çekirdek kadronun içindeydi. Gazetesi ve hizmeti 40. yıla girerken aramızdan ayrıldı. Yıllar boyu maaşımızı elinden aldık. Her ay başı haber verme lutfunda bulunduğunda yanına giderdik. Çekmecesini açar ve zarfı uzatırdı. Çok kere maaşın miktarını dahi bilmeden verileni alırken "Allah, yerini doldursun" derdim. Sonra çayımı söylerdi. O arada buyur etmesi üzerine masasından hiç eksik olmayan akide şekeri tabağından bir tane alırdım. Rayihalı akide şekeriyle demli çay ah ne güzel olurdu. Şimdi anlıyorum ki o akideler, akidesi sağlam bir insanın ömür anlamıymış. Maaşların elden değil de havale, eft, hesap numarasının devreye girdiği yeni zamanlarda biz kaza sebebiyle yurt dışına çıktık. Mahmut ağabeyimiz Amsterdam'ı aradı, o acılı günümüzde bir mümin rikkatiyle Cüneydimiz için teselli edici sözler söyledi. Meğer son konuşmamızmış. Bir kere birini çekiştirdiğini görmedim. Bir kere boş bir sözünü duymadım. Bir kere işini ihmal ettiğine şahit olmadım. Hiç kendini ön plana sürdüğü vaki olmadı. Nur içinde yatsın. Yıldırımlar ne de çok düşüyor. Önden gidenler ne kadar da çoğaldı. Toprak ne de sevinçli. Ervah, hasret dindiriyor. Dünya hüznün adı olmalı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.