Yakın tarih yargısında karar sahibi mahkemeyi zora sokan iki hüküm vardır. Bunlardan ilki Yassıada Mahkemesinindir. Bu mahkeme, Yüce Divan sıfatına sahipti. Bu mahkemenin reisi, ne yazık ki hukuk tarihine kara bir leke olarak yapışan o talihsiz lafı edebilmiştir. Süslü kırmızı cübbeler içinde yukarıdan kısa zaman evvelinin reisicumhuru, başvekili, vekili ve mebusu zanlılara yırtıcı kartal bakışlarla bakan reis bey, "sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" demişti. "İstiyor"un "emrediyor" demek olduğunu anlamamak mümkün değil. Meali şu, 'darbe yaparak sizi hapishaneye tıkan kuvvet böyle karar vermemizi emrediyor'. Bu söz, hukuka da hakimlik mesleğine de kaza/yargı haysiyetine de aykırıdır. Bu hakimin son ânına şahit olan hekim dostumuzun anlattıklarını burada nakletmeyeceğiz. Son 50 yıldaki en vahim hukuk hatalarımızdan biri mahkeme reisi Salim Başol, savcısı Altay Ömer Egesel olan Yüce Divan/Yassıada Mahkemesi'nin Yassıada kararlarıdır. Bu kararlarla içinde idamlar da olan çok yanlış hükümler verilmiştir. Netice o kadar utandırıcıdır ki devlet bu vebalden çeyrek asır kadar sonra idam edilenlerden mânen özür dileyerek iadeyi itibar etme ihtiyacı duymuştur. Milleti öfkelendiren, devleti utandıran, tarihin yüzünü kızartan kararlar, karar değildir. Karar, kara olmamalı. Türkiye Cumhuriyetinde mahkeme, hükmü, millet adına vermektedir. Öyleyse hiçbir mahkeme millete rağmen karar veremez. Buna hakkı yoktur. Verirse yetkisini kötüye kullanmış olur. 1961 Anayasasıyla kurulan Ana-Yasa Mahkemesi'nin vazifesi, kanunların Anayasaya uygunluğuyla TBMM iç tüzüğünü denetlemektir. Burada önemle dikkat edilmesi gereken "kanunların anayasaya uygunluğunu denetleme" cümlesidir. Adı geçen mahkeme, vazı-ı kanun/kanun koyucu, kanun yapıcı değildir. Bu görev, Türk Milletine vekâleten TBMM'nindir. Anayasa Mahkemesi veya bir başka mahkeme, yasama meclis yerine geçerek, kanun yapamaz. Öyle olursa üçüncü unsur yargı, birinci unsur yasamanın alanına girmiş olur. Anaysa Mahkemesi'nin bir de Yüce Divan sıfatıyla yargılamaları var. Bizim de dahil olduğumuzu birçok hukukçu bu görevlendirmenin yanlış olduğunu defalarca yazıp çizdi. Yeri geldikçe de devam edilmekte. Bir mahkeme ya hukuk mahkemesidir veya ceza mahkemesidir. Bazen öyle bazen böyle olamaz. Anayasa Mahkemesi, bir hukuk mahkemesidir. Bir hukuk mahkemesinin üstelik jüri denebilecek bir yapıya sahip bir mahkemenin cezai ehliyeti münakaşa mevzuudur. Böyle bir mahkemenin devlette çeşitli üst düzey makamlarda bulunmuş insanları yargılaması doğru değildir. Buna rağmen Anayasa Mahkemesi halinden memnun. Yeri gelince ikinci kimliğine bürünerek hükmünü vermekte. Bu sıfatıyla Yüce Divan müessesesinin devamıdır. Yüce Divan kararlarına bakınca bu mahkeme tarihini 1964'e kadar götürmekte. Halbuki kuruluşu 1961'dir. İdamlar da 1961'de verilmiştir. Onun için Anayasa Mahkemesi, bugün kabul etmese bile sıfatıyla verilmiş kararların mirasçısıdır. Bu birinci kaybedilmiş imtihandır. İkinci kaybedilmiş imtihan 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Hukuk eğilip bükülerek anayasa ve kanunlarda olmayan bir 367 üçte iki çoğunluk mecburiyeti uygulandı. Üstelik bu onursallığı kendinden menkul mütekait bir yargıcın ideoloji dolu iddiasından doğdu. 16 mayısta cumhurbaşkanı seçilemedi. Ülke, seçime gitti. Bu çarpıtmaya şiddetle öfke duydu. İktidar güçlenerek yeniden geldi. Aynı isim 6 ay sonra Çankaya'ya çıktı. Fakat olan iktisadi hayata oldu. Cumhurbaşkanlığı krizi seçimi erkene aldığından aynı sene içinde 3 seçim birden yaşandı. Bu da kalkınma hızını 7.5'ten 4.5'e düşürdü, piyasalarda durgunluğa yol açtı. Anayasa Mahkemesi'nin ilk kaybı "sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" cümlesinden doğdu. İkincisi de laikçi ideolojinin dışarıdan dayattığı 367 baskısına karşı durulamamasıdır. Şimdi üçüncü imtihan geliyor. Dileriz Anayasa Mahkemesi bu defa kaybetmesin. Neticede mahkemelerin kaybı hukukun kaybıdır. Hukuk kaybederse memleket kaybeder. Hukukun olmadığı yerde derebeylik vardır. Hukukun olmadığı yerde zorba haklıdır. Konuyla doğrudan ilgisi olmasa da yeri gelmişken şunu söylemeden geçemeyeceğiz. Bütün bu hatalar aslında otorite boşluğundan/sahibi salahiyet olmamasından doğmakta. Tarihimizde Mimar Sinan kendi alanında tartışılmaz otoritedir. Peki hukukta otorite yok mu? Olmaz olur mu? Ebussuud Efendiler, Zembilli Ali Efendiler, İbni Kemal Paşalar, İbni Abidinler ve daha onlarcası otoritedir. Son misal, hukukun Süleymaniyesi Mecelle gibi bir şaheseri bizlere kazandırmış olan Ahmet Cevdet Paşa'dır. Hukuku, hukuk âlimi olmayan bir devlet 7 asra yakın yaşayabilir miydi? Şimdi de saf ilimle mücehhez zikrettiğimiz isimlere benzer hukuk otoritelerimiz olsaydı onlar, Anayasa Mahkemesi gibi adalet dağıtmakla mükellef kurumları ilimleriyle denetler, onlara yol gösterirlerdi. Üçüncü imtihan şu: TBMM 5/4 kahir çoğunlukla üniversitelerde baş örtüsüne serbestlik tanıdı. Bazıları, önümüzdeki günlerde bu anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesine getirecekler. Anayasa Mahkemesi, bu dâvâya bakamaz. Böyle bir yetkisi yok. Sebebini yukarıda izah ettik. Onun yetkisi kanunların anayasaya uygunluğu üzerine. Kendi meşruiyetini aldığı anayasayı sorgulayamaz. Temenni ederiz ki yüksek mahkeme ideolojik gürültüye papuç bırakmasın. Üçüncü kere hata etmesin. Karar, kara olmasın. Millet kaybetmesin. Devlet utanmasın. Tarihin yüzü kızarmasın. Temenni ederiz ki bugün de abide hukuk şahsiyetleri çıksın. Mahkeme kararlarımız dünyaya numune olsun. Hâkîmler insanları, kamu vicdanı hâkîmleri yargılamakta.