Anmak, vefa göstermektir

A -
A +

-Güney Asya'yı unutma- Uğur Mumcu, kendi fikrinin samimi müdafii namuslu bir aydındı. Hayat görüşümüz, her alanda örtüşmeyebilir ama tam bağımsızlık ve benzeri konularda elbette hemfikiriz. 12 yıl evvel bombalı bir saldırıyla hunharca öldürüldü. Adaletin ayıbına bakınız ki faillerin kim olduğu hâlâ meçhul. Artık çok da önemli olmasa gerek. Vaktinde tecelli etmeyen adalet, adalet değildir. Zaman onu gösterdi ki katilin ceza almasından ziyade mağdurun kavuştuğu itibar daha makbul. Uğur Mumcu, sevenlerinin itibar halesinde. Maktul, bu kadar seveninin olduğunu herhalde bilmiyordu. O, bir kere daha anılıyor. Mezarı başında tören, adına temsiller, programlar, yürüyüşler vs. yapılmakta. İsmi, seneler evvelinde bir çok yere verilmişti... Önceki gece eşimle birlikte Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nun önünden geçiyorduk. Eşim, buranın hâlâ öğretmen okulu olup olmadığını sordu. "Bilmiyorum, dedim, ama bildiğim başka bir husus var, bu okula üstelik tek başına da değil eski unvanıyla birlikte Ahmet Kabaklı ismi verilmişti, post modern darbe döneminde kaldırıldı." Evet, öyle olmuştu, DYP iktidarında MEB Mehmet Sağlam, O'na "Şeyh'ül Muharririn" pâyesinin verildiğini gösteren plaketi takdim ederken önce elini öpmüş, sonra da Kabaklı Hoca'nın bir ömür öğretmenlik yaptığı o tarihi mektebin kapısına ismini yazdırmıştı. Sonrası malum.. Bugün de malum... Biz bunları konuşurken ertesi günün Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümü olduğunu bilmiyorduk. Tam denk geldi. Böylece insan kıymeti nasıl bilinirmiş, kendi varlığına nasıl sahip çıkılırmış bir kere daha görülüyor, Uğur Mumcu'yu, Abdi İpekçi'yi ve ötekilerini ananlar farkında olmadan vefa dersi vermekteler. Uğur Mumcu, bu ülkenin siyasetçisinin, bürokratının, gençliğinin, aydınının çok sinsi, çok planlı ve çok alçakça tezgâhlarla birbirine düşürüldüğü o kötü günlerde öldürüldü. Her iki taraftan öldürüldü. Çok kere iki taraf birbirine kırdırıldı. Aynı doğruları farklı biçimlerde söyleyenler birbirine düşman edildiği için biri diğerini işitmiyorlardı. O dönemde bir "solcular" vardı bir de onun karşısında olanlar. Onlara bazen "sağcı" dendi, bazen "milliyetçi", bazen "milliyetçi-muhafazakâr". Adı her ne olursa olsun, iddialara nazaran sol enternasyonaldı, diğerleri daha yerli. İki taraf da çok kayıp verdi. İki taraftan da faili meçhul yoluyla çok yetişmiş insan gitti... Bu ülkenin "solcu" denilen vatandaşları, ölenleri, öldürülenleri gidenleri unutmadılar, onları bayraklaştırdılar. Diğerleri ise vefa göstermediler, kaygıları olmadı, bir üzüntü yaşamadılar. Üç İhlas bir Fatiha okumakla kendilerini vazifesini yapmışlık rehavetine kaptırdılar. Daha ne olsundu bu okumalar öncesinde de cenaze namazına katılmışlardı. Bunlar, Ahmet Kabaklı misalinde olduğu gibi bir tabelayı bile yerinde tutamadılar. "Sağ"ın dışındaki her kişinin ismi bir yerde yaşıyor, Vedat Nedim Tör adına bile müze var. "Sağ"ın sahip çıkması bile ürkekçe. Mesela, "Küçük Ayasofya Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi" gibi kompleksli gariplikler sergileniyor. Solcu, şu veya bu dediğiniz insanlar mı daha vefalı... Vefayı kimseye bırakmayanlar mı? "Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!.." Onun için S. Ahmed Arvasi ve Yalçın Özer'in bu yıl Türkiye gazetesinde hakkıyla anılmış olmasına çok memnun olduk. Onlardan biri 12 Eylül, diğeri 28 Şubat'ın gadrine uğramış solcu da sağcı da olmayan seçkin insanlar. Fakat hatırlanmaları, hâtıralarının yâd edilmesi gazete haberi ve bir iki makaleyi aşmalıydı. Ölüsüne de dirisine de sahip çıkanlar, dâvâlarının bayrağını burca dikerler. Vefasızlık acısı, kurşun acısından beterdir. Vefa, tohum gibidir, toprağa düşer ve çoğalır. Vefasızlıksa zehir gibidir...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.