Antalya, eylülün son haftasını sinema şenlikleriyle geçirdi. "Antalya Film Festivali", 42. yaşını idrak ediyor. Bu yıl bir de "1. Uluslararası Avrasya Film Festivali" başlangıç yaptı. Antalya'nın çeşitli mekânlarında çeşitli filmler gösterildi. Biz ancak Espandos Antik Tiyatrosundaki ödül törenine gidebildik. Tören, bu işin imza sahiplerinden olan Kültür Bakanı, Türsak Başkanı ve Antalya Büyükşehir Belediye Başkanının iştirakleriyle yapıldı. O kadar mı? Hayır. Herhalde rahat 3 bin kişi alan tarihi tiyatro lebaleb doluydu. Türk sinemasının hemen bütün yüzleri oradaydı. İlaveten eş zamanlı olarak bir milletlerarası film festivali de icra edildiğinden dünyanın muhtelif ülkelerinden yönetmen ve oyuncular da vardı. Antalya Film Festivali, rüşdünü isbat etmiş durumda. Bir etkinliğin değişen nesillere rağmen 42 yıl devam etmesi mühimsenecek bir devamlılıktır. Bırakınız ödül alan oyuncuyu, filmi gerçekleştiren yönetmen ve yapımcıyı, bugün jürilerdeki bazı isimler dahi Antalya Film Festivali başladığında henüz dünyaya gelmemişti. Bu vesileyle bir endişemizi dile getirmeden edemeyeceğiz. Acaba bu iki festivalin eş zamanlı olarak iç içe yapılması doğru mu? Birbirlerini engelleme ihtimali yok mu? Biri diğerini gölgelemez mi? Belki nisan ve eylül gibi ayrı tarihlerde olması daha isabetli olabilir. Antalya Film Festivali, bir çok tecrübeli yabancı sinemacının da yaptıkları konuşmalarda dile getirdikleri gibi bir dünya markası olma yolunda. O halde dünyaya bu isimle açılmak daha mı iyi olurdu? Fakat diğerinin de ismi fevkalade "Avrasya Film Festivali". Şu etkinlik bile Türkiye'nin hangi stratejik konumda bulunduğunu tek başına göstermekte. Antalya Film Festivali'nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Ulusal Belgesel Film Yarışması, Ulusal Kısa Film yarışmasıyla Yıldızların Altında ve Türk Sinema Tarihinden Seçmeler şeklinde faaliyetler oldu. 1. Avrasya Film Festivali çerçevesindeyse yine uzun metrajlı film yarışması başta olmak üzere Avrupa, Asya, İpekyolu Filmleri gibi başlıklarla bir çok gösteriler beyaz perdeye geldi. Yerlilerde olduğu gibi yabancılarda da Kore'ye varıncaya kadar filmler, yönetmenler takdire layık bulundular. Türk Sinemasına ömür harcamış hayatta olan ve olmayan sinemacılara vefa gösterildi. Zaten ödül alanların bencillik göstermeyip ustalarına teşekkür etmeleri çok insanî bir davranıştı. Bütün bu olanların içinde bizim en fazla dikkatimizi çeken kısa metrajlılar oldu. Bunların yönetmenleri 20'li yaşlarında gençler. Bu gençler, aynı zamanda mektepli. Bu genç imzaları, yarınki Türk sinemasının dünya devleri olarak görmek istiyoruz.. '90'lı yıllardaki 5-10 saniyelik reklam filmleri, kısa zaman sonra uzun metrajdaki iddialarımızın habercisiydi. Nitekim 2000'li yılların başında uzun metrajda dünya sinemasıyla yarıştık, zaman zaman onları gişe rekorlarıyla arkada bıraktık. TV'lerin akşam yayınlarında yabancı diziler, yerli diziler karşısında tutunamıyor. Bu genç yönetmenlerle onları takip edecek kardeşlerinin bayrağı daha yukarılara taşıyacaklarına inanmak istiyoruz. 7. Sanatta da dünyadaki yerimiz alacağız. Kaçınılmaz şart sinemada inanç, tarih, gelenek ve benzeri yerli değerlere bağlılıktır. Ulu bir gövdeden çıkılırsa evrensele ulaşmak, göğü kuşatmak mümkün olur. Onlardan bir örnek vermek gerekirse. Gencecik bir kız. Giyim kuşamıyla sokakta görseniz nakledeceğimiz duyarlıkta olduğuna ihtimal vermezsiniz. Zarfın aldattığı bir geçiş dönemindeyiz. Melis Birder, 38 dakikalık filmiyle "Onuncu Gezegen/Bağdat'ta Yek Başına" filmiyle savaş şartlarında hayatını idame ettirmek zorunda kalmış Kevkeb adındaki bir genç kadının Bağdat'ta her gün yaşadığı korku, sevinç ve ümitlerden örülü trajik portresini anlatmakta.