Cengiz Aytmatov, bir Kırgız yazar, romancı ve düşünce adamı. Herhalde bütün Türklerden XX. Asırda dünya ligine çıkan belli başlı tek edebiyatçı. Rus dili ile yazmasaydı, bu tırmanışı yakalayamazdı. Kırgız Türkçe'siyle yazsaydı keşfedilmek için kim bilir daha ne kadar bekleyecekti? Bu ağır tesbit çok şey söylemeli.. Dünya çapındaki yazar, '90'ların başında misafirimiz olmuştu. Bir ara kendisine "yazmaya nasıl başladınız?" gibi bir sual tevcih ettik. Cevap, tüyleri diken diken edecek cinstendi. "Komünistler, gözümün önünde babamı öldürdüler, ya duvarlarla konuşacaktım veya kâğıtla!..." Aytmatov, kâğıtla konuşma akıllılığını göstermişti ama yaşadığı mecburiyeti siz de fark etmiş olmalısınız, gözünün önünde babasını öldürenlerin diliyle, Rusça'yla yazmak. Misafirimizi uğurlarken arabada da sohbetimiz devam ediyordu, 'Aytmatov' yerine 'Aytmatoğlu' diyebilir miyiz?" diye sorduk, "Tabiî, dedi, fakat 'Aytmatov' olarak tanındım". Gün Olur Asra Bedel, Beyaz Gemi gibi romanların yazarıyla son görüşmemizde Kırgızistan'ın Lüksemburg büyükelçisiydi. Geçtiğimiz 10 gün içinde siyasi gündem hak etmediği kadar ortalığı kasıp kavururken bir tv haberinde Cengiz Aytmatov'u dinledik. Haber, sanki karanlık gecede bir kere yanıp söndü o kadar. Aytmatov veya Aytmatoğlu, iki teklifte bulunuyordu. Birinci teklifi şu: "Türk devletleri birbirlerine yaklaşmalılar..." Bu sözün mefhumu muhalifi o ki bu devletler, halihazırda birbirlerinden uzaklar. Biz Türkiye olarak onlara evvela doğru isim veremedik. Uzunca bir zaman "Türkî devletler" diye konuşup yazdık. Onlar sanki Türk soyundan geliyor ama Türk değillermiş. Diğer taraftan Turgut Özal'dan sonra münasebetlerimiz lazım gelen sağlıkta seyredemedi. Ne yapıldıysa, ne kadar gidildiyse ve girildiyse Özal devrindeki kadardır. Sonrasında izahı zor bir ihmal sürüp geldi. Bugün Türk devlet merkezleri Amerika ve Rusya'nın tesirinde. Halksa Şia ve Vehhabi tehdidi altında. O halde Erdoğan hükümetinin önüne fevkalade ehemmiyette bir mesele çıkmakta, Türk devletleriyle çok yakın işbirliği. Başbakan, AB'ye nisbetimizi tarif ederken doğru söylüyor "entegre olmak başka, asimilasyon başkadır". AB ile entegrasyon, işbirliği yaşamak, Orta Asya, Kafkaslar, Karadeniz, Akdeniz, Balkanlar, İslam dünyası, hatta Basra Körfezi'yle işbirliğine, entegrasyona mani değil. Cengiz Aytmatov'un ikinci teklifiyse Türkçe için ortak kelimeler geliştirilmesine dair. Bu teklifin altında tek alfabe ihtiyacı yatmakta. Zaten uydurma Türkçe'den temizlenmiş bir Türkiye Türkçe'si üç aşağı beş yukarı bütün Türk dünyasında anlaşılır mahiyettedir. Dün olduğu gibi Türkçe'yi besleyecek kaynak yine İstanbul Türkçe'sidir. Buna rağmen zorluklar büyük. Türk dünyasından bir edebiyatçı veya devlet adamıyla bir muhabirimiz konuşurken hayıflanmamak mümkün değil. Bu noktada Süleyman Demirel'in ilk başbakanlık yıllarında Bakü'ye gidişinde yaşanmış bir hadise hafızlarda kalmalı. Devrin sanayi bakanı fakat aynı zamanda fikir adamı Mehmet Turgut yazmıştı. Demirel'le Azerbaycan devlet başkanı arasında önce tercüman kullanılır. O sırada Azerbaycan, Orta Asya tamamen meçhulümüzdür. Moskova üzerinden irtibat kurabiliyorduk. Onlarda da bizde de "Türk" diyen "Turancı" damgasını yemekte ve başı derde girmekteydi. Birkaç dakika tercüman vasıtasıyla konuşur ancak hemen gerçeği anlarlar. İki devlet adamı başlarlar Türkçe konuşmaya. Şimdi çok daha şanslı noktadayız. Bir kere Türkiye'de dil ırkçılığı, uydurma dilcilik iflas etmiştir. İkinci olarak da Sovyetler zamanına göre Türkiye Türkleriyle Türk dünyası arasında tüccar, devlet adamı, talebe hareketi memnuniyet verecek kadar artmıştır. Bundan sonrası hükümet ve devlet politikasıdır. Biz yazarlar, teklif ve tesbit ederek ele alınması lazım gelen meseleyi öne çıkartırız. Projenin tatbiki devlet imkânlarını elinde tutanlara ait. Devletin bu mevzudaki ilgili birimleri Milli Eğitim Bakanlığıyla Kültür Bakanlığıdır. Bu iki bakanlığa çok iş düşmekte. Ne var ki bu iş, folklor gösterisi basitliğinde ele alınmamalı, anlaşılmamalı. Ortak alfabe, ortak Türkçe 300 milyonluk bir nüfusun müşterek derdidir. Türk dünyası arasında kültürel, ekonomik konfederasyon şarttır. Bu şartın gerçekleşme yolları için kafa yormalı. O vakte kadar başına bir hal gelmezse biz 2023'te AB'ye tam üye olabileceğiz. Halbuki Türk dünyasıyla ilim irfan ve hars olarak doğuştan üyeyiz. O dünyaya lokomotif olmak Ankara'nın vazifesidir. Bu sızıyı yalnızca Aytmatov duymuyor. O şöhret sahibi olduğu için dediği kısacık da olsa haberleşti. Bu dünyada nice kimsenin gönlü bu dertle yaralıdır. Yarınki yazarlarımız, düşünürlerimiz Rusça ve İngilizce yazmak zorunda kalmasınlar, onların soyadları Rusça benzeri ekler almasın. AB'ye girmek tamam da kültürel tedbirler alınmazsa niyet öyle olmasa bile zamanın derinliğinde asimilasyon yaşanabilir. Bunlar asırlık projelerdir. Geçici gündemler kalıcı gündemleri görünmez kılıyor.