Osmanlı devleti zayıflayınca zorbalar kuvvet kazandı. Padişahlara tahakküme yeltendiler. Tefessüh etmiş/dejenere olmuş Yeniçeri, cepheden kaçıp İstanbul'da serserilik yapıyordu. İstemedikleri sadrazamın kellesini alırlardı. Bu maksatla Ayak Divanına gelir, padişahı ister, sözde ona biatlarını bildirir fakat "istemezük" nidaları altında devlet erkânından insanları padişahın gözü önünde paramparça ederlerdi. Bu ceberutların arkasında iktidar muhterisleri bulunurdu. Osmanlıda şanlı sayfalar olduğu gibi böyle kirli sayfalar da vardır. IV. Murad, sadrazamı gözünün önünde paralanırken kendisinin de yüreği paralanıyordu. Sonra devlet erkini eline geçirdiğinde "bre zorba", "bre topal mel'un" diye gürleyerek bir gürz gibi şehir eşkıyasının kafasına inmesi bundandır... Devirler, unvanlar, rütbeler değişti fakat seyir aynı. Zorbalar o gün devlet zayıflayınca ortalığı sardı, çağımızda güçlenince. Her halükârda makam hastası ve menfaatperestlerle hizmet sevdalıları çatışmakta. Genç Osman'dan Menderes'e kadar sayın sayabildiğiniz kadar. Hep aynı elem verici tablo. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kuşatılmış vaziyette. İçerde nifak çıkartılmaya çalışılıyor. Peşinen kurulmuş kuklalar var. Çatlak sesler, çatlaklar aranıyor. Dışarısı malum. Mesele kapatma değil. Küçültme. Milli iradeye tercihi çok görülüyor. Onun için olanlar pazarlık mevzuu. Yoksa biliyorlar ki AK Parti, daha doğrusu Recep Tayyip Erdoğan karizması devre dışı kalırsa Türkiye 2001'lere sürüklenebilir. Bunun için kabaca ifade etmek lazımsa "kelle teslim et, partini kurtar" denmekte. Yeniçeriler, ayak divanında "istemezük!" çığlıkları, kürsülerde, kâğıtlarda, manşetlerde. Kellesi istenenler belli, en çok çalışanlar. Hususi hayatı kalmamış, gecesi gündüzü birbirine karışmış olanlar. İlk telaffuz edilen isim, Hüseyin Çelik. Cumhuriyet tarihinin gelmiş, geçmiş en başarılı eğitim bakanlarından. İkinci kere bakan olmak istemedi. Başbakan, böyle tensip etti. Doğrusunu da yaptı. Fevkalade çalışkan, dirayetli, üstelik de milli görüş geleneğinden değil. Üstelik de Siirtli, Vanlı. Böylece de ülkenin çimento unsurlarından. Dünya görüyor, fakat istemezükçüler görmüyor. AK Parti devreden çıkarsa Güneydoğu gider ihtarları yapılmakta. Ancak yeniçeri kalıntıları, mütedeyyin zümre iş başında olmasın, varsın orası da gitsin gafletindeler. Bunu açıkça demeseler de erbabı bilir. 1 Mayıs, Taksim vs. senaryoları bunun bir parçası. Bu ne mazlum millet. Bu millete hizmet ne çileliymiş... Tarihi tekrar be tekrar yaşıyoruz. Ne tesadüftür ki 28 Şubat 1997'de bir post modern darbe yaşandı, fakat 10 Şubat 1632'de IV. Murad zamanında da yaşandı. Sadrazam Damad Hafız Ahmed Paşa, padişahın gözü önünde âsiler tarafından paramparça edildi. İstanbullu günlerce sokağa çıkamadı. 12 Mart 1971'de bir muhtırayla iktidar devrildi, 12 Mart 1632'de de darbe oldu, zorbalar tedhiş/terör estirdi. Buna rağmen hayat, millet, devlet devam etti. Zorbalar, her şeyi hesap ediyor, bir şeyi düşünemiyorlar. Bu milletin duası makbuldür. Bu millet kendinden olanı bilir. Ve duasını eksik etmez. Dua, ne hinlikleri, cinlikleri tepetaklak eder. 40 Katır mı, 40 Satır mı? Diyenler işte bunu hesap edemiyorlar Üç buçuk asır sonra aynı pazarlık. Bu defa kapu önünde değil, kapı ardında. .......... Tafsilat arzusunda olanlar, şayet yüreklerine güveniyorlarsa, tarihçi Yılmaz Öztuna'nın BKY'den çıkan GENÇ OSMAN ve IV. MURAD kitabını en yakın kitapçıdan alıp mutlaka okumalılar.