Başkanlık sistemi -I-(*)
6 Nisan 2015 01:00
a-Bugün-
Türkiye'nin başkanlık sistemine geçmesi mes'elesi eskiden beri tartışılır.
Meselâ bizim tâ lise yıllarımızda sosyoloji derslerimizdeki münazaralarda başkanlık rejimini müdafaa ettiğimizi bugün gibi hatırlıyoruz. Demek ki en azından 30 yıldır bu münakaşa sürmektedir. Ki daha eski olduğunu sanırız. Parlamenter sistemde kalmaya devam mı etmeli; yoksa başkanlık rejimine mi geçmeliyiz?
Arayış bu; soru da konu da...
Parlamenter yönetim şeklinden rücû ederek başkanlıkla idare edilen bir siyaset modelini benimseme teklifini en son 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal yapmış ve bu teklif etrafında hayli hararetli fikir teatileri olmuştu. Daha açıkçası kopan gürültüde aklı başında görüşler, dikkat çekme imkânından mahrum kalmışdı. Bizde siyasetçi, kendini diğer siyasetçiyi sadece karalamakla mükellef gördüğünden Turgut Özal'dan gelen teklifler yaylım ateşine tutulmuştu. Bu hal, politikamızın yok edilmesi gereken veba tehlikesinde bir hastalığıdır. Fikir ve sözü kim söylerse söylesin onun doğruluğu veya yanlışlığı esas alınmak icap ederken söyleyenin hüviyetine göre tavır konuyor. Fikir yerine söyleyeni tartışma hastalığı Turgut Özal'ın açmak istediği ilmî ve siyâsî müzakere ortamının hakkıyle gerçekleşmesine mani oldu.
Yanlış yaptığımızı; zaman israfına uğradığımızı şimdi anlıyor olmalıyız.
Yazık!..
O günlerde başkanlık sistemi araştırma enstitüsü gibi bazı müesseseler kurmuş olsaydık belki de bugün Türkiye şartlarına göre geliştirilmiş müşahhas bir başkanlık modeli üzerinde imali fikr ediyor olabilirdik. Şimdi önümüzü daha aydınlık görme imkânına malik olurduk. Böylece başkanlık rejimine geçmenin avantaj ve dezavantajları tesbit edilmiş olurdu.
Buradan çıkartılabilecek ders şudur. Türk siyasetine hükmedenler, seçmenini figüran gibi kullanmaktadır. Onlara göre önce ben; sonra yine ben ısrarı en vaz geçilmez üsluptur. Bu üslup, siyasetin baş ağrısıdır. Halbuki seçmen, siyasetçinin veli nimetidir. Siyasetçi izlediği bu yolla veli nimetine kötülük etmektedir.
Bunlara hayıflanabiliriz...ama; hukuk fakültelerinin anayasa ve idare hukuku kürsüleri ne işe yarar? Siyaset kaygan zeminlerde cereyan ederken üniversite olanca objektifliği ile üst üste eserler vererek tartışma dosyaları açamaz mıydı? Açılmıyor veya açamıyorlar. Yapısal değişiklik mevzularında meslek odaları, üniversitelerden daha velüd. Akademik hayatta varılan son nokta ürkeklik ve nemelazımcılıktır...
Şimdi gündemin önemli maddelerinden biri yine başkanlık sistemi. Sistem tartışmaya açılıyor. Fakat herhangi bir hazırlık olmadığından ortaya istifadesi mümkün pek bir şey konamıyor. Teklifin "son cumhurbaşkanı ve ilk başkan" unvanlarına mazhar olmak maksadıyla yapılıp yapılmadığını bilemeyiz. Çünkü kalpleri bilemeyiz. Bildiğimiz o ki bu teklif zarurete binaen yapılmıştır. Tıkanıklığı aşma arayışına dönük bir tekliftir.
Meşru başkanlık tatbikatı olmayınca de facto olarak yarı başkanlık işlemektedir.
Ki icradakilerin de bundan rahatsız oldukları anlaşılıyor.
Başkanlığın tekrar konuşulması da bu sebeple.
Konuşan Türkiye'de istisnasız her şey konuşulabilmeli.
.....
(*) Bu yazı, ilk defa 23 Eylül 1997 tarihinde Türkiye gazetesinde yayınlanmıştır.