Saddam Hüseyin'in yakalandığı kesin. "Dublörü yakalandı, kendisi başka yerde" gibi iddialar ciddiye alınacak sözler değil. Lakin nerede ve nasıl yakalandığı meçhul. Belli ki önceden kararlaştırılmış bir taktik gereği yakalanma ânı o meşhur muayene sahnesiyle başlıyor. O sahne ve o pis yer kasten seçilmiştir. Bir insan bundan daha fazla tahkir edilemez. Baytarın at muayenesi yapması gibi aşağılık bir muayeneye tabi tutulan diktatör de olsa bir ülkenin devlet başkanıdır. Ondan da öte savaş esiridir. Dolayısıyla bu şekilde teşhir Cenevre İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı. Halbuki bunu yapanlar kendi askerleri savaşın başında yakalanıp teşhir edildiğinde dünyayı ayağa kaldırmışlardı. İnsan kasabı Miloseviç'e bunların yüzde biri yapıldı mı? Buna rağmen ortadoğunun sığ insanları da muhalifleriyle birlikte Saddam'a hakaretler yağdırmakta. Halbuki bizim terbiyemizde "düşene vurulmaz". Mahkeme hükmünü verir, o zaman da "şeriatin kestiği parmak acımaz." Bizzat Amerikan gazetelerinin yazdıkları son derecede önemlidir: Saddam'ı 1959'da Irak'ta general Kasım'a karşı darbe yapmaya teşvik eden Washingtondur. Humeyni rejimini yıkmasa bile zayıflatmak için 1979'da İran'a savaş açtıran ve savaş süresince silah satan da Amerika'dır. Bu alışverişi yapan kişi bugün ABD savunma bakanı. Kuveyt işgalinin iç yüzünü bilmeyen yok. Amerikan medyası devrik ve ahmak diktatörün daha ilk ifadesi üzerine Beyazsaray'ı -aynen bu kelimeyi kullanarak- yalancılıkla suçlayıp alarm zilleri çalmaya başlamıştır. Endişeleri açık yargılama yapılması halinde ve bazı saklı bilgilerin ortaya dökülmesidir. Nitekim Saddam Hüseyin'e atfedilecek en ağır suç, o vahşet dolu Halepçe katliamıdır. Aslında bu da soruldu. Suçu İran'ın üzerine atmakta. İran'sa Amerika'yı gösteriyor. Aynı noktada Los Angeles Times da katliam öncesi Rumsfeld eliyle Irak'a silah verildiğinden dolayı Amerika'yı suçlamakta. İslam ülkelerinin ve bu ülkelerin liderlerinin Saddam Vak'ası üzerinde çok durup düşünmeleri gerekir. Neticede son kullanma tarihi dolan bir alet atılmıştır. O halde dostluklara, düşmanlıklara, desdek ve teşviklere dikkat edilmeli. Birini bir yere getirenler getirdiği gibi götürürler de. Satın alanın satma hakkı da vardır. Önemli olan satılmamak. İkinci husus bu tahkir olayıdır. O noktada G.W. Bush'un Saddam'a dört ayaklı mahluk muamelesi yapmasındaki tavırla Fransa cumhurbaşkanı Jack Chirac'ın başörtüsüne karşı duruş alışı aynı menşelidir. Nilüfer Göle, Chirac'ın yaklaşımını medeniyetler çatışmasına bağlarken yanılıyor mu? Fransa'ya 5 milyon Müslüman nereden geldi? İşgal edip katliam yaptıkları Cezayir ve mağrip ülkelerinden. Fransa oralarda ne arıyordu? Yer altı servetleri. Kitle imha silahları vs asılsız çıktığına göre ABD Irak'ta ne arıyor? Petrol. Ne demişti o kurnaz İngiliz başvekili Churchill? "Bir damla kan bir damla petrol". Bu söz, her şeyi izah etmekte. Biz kabul etsek de etmesek de bir medeniyet diğerini sömürmekte. Hayata geçişini yasaklamakta. Kendisiyle işbirliği yapanları dahi günü gelince aşağılayarak teşhir etmekte. İki gelişmeye bilhassa dikkat, bunları bir tarafa yazınız. Bir idam zanlısının ilk andan itibaren aşağılanması. Bir de durmadan "Sünni Üçgeni" diye sun'i bir tehlike kaynatılmak istenmesi.