Bugün iletişim imkânı hiç bir çağda olmadığı kadar kolay ve yaygın. Tv'ler, radyolar, internet siteleri, elektronik haberleşmeler, görüntülü haberleşmeler, cep telefonları ve daha neler.
İnsan, hayalin maddeleştiği bir çağa tutsak oldu. Çağımızda mesafeler aradan kalktı, uzaklar yanıbaşımızda. Aileler kıtalara yayıldı. Ansiklopediler bitti. Okula gitmenin anlamı kalmamakta. Şu sütundaki yazıları yıllarca yurt dışından yazdım. Sanki İstanbul'daymış gibi gündemi takip edebildim, sanki buradaymış gibi düşüncelerimi kaleme aldım.
Bu devrin insanı, hemen her şeye malik, bir çok kimsenin ulaşmak istediği ihtiyacı kalmadı. Eskiden çocuk doğunca çeyizi için kavaklar dikilir, halı alınmaya başlanırdı. Bir kol saati sahibi olmak meseleydi. Askere giden gençler, ödünç kol saatleriyle fotoğraf çektirir ve memlekete yollarlardı. Onların babaları, köyden şehre inecekken ödünç bir ceketi sırtlarına takarlardı. Telefon, mahallede veya çarşıda ancak belli kimselerde olurdu. Postaneden telefonla görüşmek 'normal', 'acele' ve 'yıldırım' tarife üzerinden yapılabilirdi. Şehir vapurları 1. Sınıf, 2. Sınıf, Lüks diye üç ayrı mevkide olurdu. Trenler de böyleydi. Mektup pulun fiyatına göre 'adi', 'acele' ve 'eksperes' şeklinde ayrılır ve adresine en erken 2-3 günde varırdı. Uçağa binmek, zenginlik demekti. Otomobil, mahallede ancak bir-iki ailede olurdu. İstanbul, sur içinden ibaretti. Merter uzaktı, şehir, İncirli'de biterdi. Televizyon yoktu. Sadece İstanbul ve Ankara radyoları vardı. Köyler bir yana çok kasaba bile elektrikten mahrumdu. Üniversite en fazla 3-5 taneydi. Anadolu insanının ömründeki tek seyahati hacca gidebilmekti. Sevgililerin uzaktan bakışmaları, en yakıcı iletişimdi. Şarkılar, türküler bu bakışmalardan doğardı. Bunun adı kara sevdaydı.
Bu hava 1980'lerin ortalarından itibaren bozuldu. Kavuştukça, dokundukça sırlar döküldü. İki binin başlarından itibaren dünyanın sayılı ülkelerinden biri haline geldik. Köylü toplumken şehirli olmayı başardık. Nazarlarımızı uzak ufuklara diktik.
Bu arada 27 Mayıs, 12 Mart, 70'lerin sol-sağ kavgaları, 80'lerden sonra bölücü terör,
28 Şubat darbesi, E muhtıra gibi kayıp zamanlar yaşandı.
Öbür taraftan insanın hakkı yeniden keşfedildi.
Birey vurgusu yapıldı.
Ne var ki çağdaş insan, kalabalıklar içinde, haber seli arasında kavuşma kolaylığında yalnızlaştı. Nas, iken ahali iken daha emindi, vatandaş olmak onu adeta huzurdan kopardı. Sanki dijital varlık olmuştu. Eylem, gösteri ve isyanla aslında kendini ifade etmek istemekte. Herkes bir çift güzel söze hasret. Ekranlar, gençleri ipnotize etti. Teknoloji insanı esir aldı. Hafakanlar geçiren insan da parklara sığınmakta. Dağa sığınanlar, pişmanlıklar yaşarken bu defa düzdekiler parklara iltica ettiler. Eskiden sevgilerin yeşerdiği parklarda şimdilerde öfkeler kabarıyor. Bu dünyanın her tarafında böyle. Dünyalı, global yalnızlığı yaşamakta.
Değil mi ki kandil gecesine saygı duyulmakta, değil mi ki Cuma namazı hatalı da olsa edaya çalışılmakta öyleyse onlar, Gezi Parkı ahalisi nasıl dışlanır?
Tut ellerimden kardeşim!
Ben varsam sen yalnız değilsin..