'60'lar Anadolusu, İstanbul ve büyük şehirlere iç göç, Avrupa başta olmak üzere dünyaya da dış göç veriyordu. İç göç '50'lerde başlamış '60'larda hızlanmıştı. Orta zamanlar Cumhuriyetinde köyden kente göç nesli, gecekondularda, kenar semtlerde yaşayıp, küçük atelyelerde, fabrikalarda çalışıyor, bazen de eşler, apartman kapıcılığı yapıyordu. 'Kapıcı dairesi' dedikleri, tek gözlü sığınaklarda oturan bu muhacir insanlar, çevreye ve hayata uyum sağlamaya alışırken büyük şehirlerde tıpkı Avrupa'daki işçiler gibiydiler...
Bu insanlar, evet yoksullardı ama kendilerine işçi sınıfı iktidarı vaad eden sosyalist TİP'e değil "Demirkırat"ın devamı gördükleri AP'ye yakınlardı. Bir paradoksun yansıması olmuşlardı. Nişantaşı'nın kapıcı dairelerinde oylar, AP'ye, üst katlarda ise CHP'ye çıkıyordu. CHP daima ortalama üstü muhitlerin burjuva partisi oldu.
Gecekondu insanları... kapıcılar, zenaatkârlar, esnaf, siyaseti sevdi. AP'ye oy veriyorlardı. Çünkü, karşıda komünizm tehlikesi vardı. Vardı veya yoktu ama öyle inanmışlardı. Kahrolası komünizm mülkiyet düşmanıydı. İyi de onların neyi vardı? Fakat o komünistlerde din yoktu. İşte bu tarafı o sınıfı ziyadesiyle alakadar etmekteydi. Önceleri demokrasiye inanmıyorlardı. "Demokrasi Yahudi oyunudur." Şu var ki ileride onu keşfettiklerinde demokratik sistem kendilerine iktidar yolunu açacaktı.
Köyden şehire göçle beraber toplumda derin sosyolojik değişimler olmaktaydı: Büyük şehirler, Tanzimattan bu yana ideolojik cereyanlar, harpler ve inkılaplarla aslından kopmuştu. Taşradan tahta bavulla gelen aileler, hiç farkında olmadan çevreden başlayarak yozlaşmış bu şehirleri yeniden fethetmeye başlamışlardı.
Yeni sosyal yapılanma beraberinde tarikatten ticarete, siyasetten üniversiteye kadar birçok alanda ağırlığını hissettirmeye başladı.
Hızla Avrupalılaşan Tanzimat ve Cumhuriyet metropolünde azınlığa düşmüş yerli düşüncenin horlanan mümtaz münevverleri için bu insanlar ümit olmuştu. Fatih-Harbiye çekişmesinde Fatih fikri, desdek bulmuştu. Cemiyetler, cemaatler, tarikatler kalabalıklaştı. Cami yaptırma ve yaşatma, İHL yaptırma ve yaşatma dernekleri giderek arttı. Yazıyı askerde öğrenmiş babalar ve okumayı hiç bilmeyen analar, çocuklarını okutuyorlardı. Sultanhamam'la başlayan yerli ticari tecrübe bir zaman sonra Osmanbey'e sıçrayacaktı.
Gecekondu ve kapıcı dairesi sınıfı, Necip Fazıl Konferansı dinliyor, Peyami Safa okuyor, komünizmle mücadele toplantılarına katılıyorlardı. Takvim '70'lere girerken bu arada Milli Görüş diye bir siyasi akım doğdu. Bu akım, önce dudak bükülerek karşılandı ama yanılmışlardı, bir sel geliyordu. Aynı zihniyet 15 sene sonra da Kürtçülük için yanılacaktı. Akımın öncüsü Necmettin Erbakan, nev'i şahsına münhasır bir kimseydi. Profesörlüğü, her takdimde -sanki- söylenmesi gereken bir şarttı. Çünkü o dünya görüşünün bütün akademisyenleri bir elin parmaklarını geçmezdi.
Şimdi gençler de yetişmekteydi. Necip Fazıl'ın yanı sıra Kadir Mısıroğlu, Ahmet Kabaklı gibi yazarlar okunuyordu. Yüksek tahsil yapan şuurunun idrakindeki gençler, Necip Fazıl'dan sonra Sezai Karakoç üzerinden batıyla hesaplaşıyordu, batıyla ve kendi mazisiyle...