Türkiye'de Kuvvetler Ayrılığı değil, Kuvvetler Parçalanmışlığı vardır. İlker
Başbuğ üzerinden çıkarılacak kargaşaya uyanık olmalı...
1961 Anayasasının memleketimize verdiği zararlardan biri de kuvvetler
ayrılığı sahasındadır. Her ileri hukuk devletinde kuvvetler ayrılığı
vardır. Darbe mahsulü 1961 Anayasasının Türkiye'ye musallat ettiği ise
"kuvvetler ayrılığı" değil, kuvvetler parçalanmışlığı oldu. Kuvvetler
ayrılığında ayrılığın üç unsuru yasama, yürütme ve yargı bir saatin
dişlileri misali ahenk içinde çalışırlar. Biri diğerini hasım olarak
görmez. Kuvvetler parçalanmışlığında böyle bir ahenk yoktur. Yürütme
organı, yer yer budanmış ve zorda bırakılmıştır.
Halk,
kuvvetler ayrılığı gibi ince hukuk sistemlerinden anlamaz. O, kime rey
vermiş ve başa getirmişse onu tanır, onu muktedir bilir ve ona hesap
sorar. Yargı, vatandaşın gündeminde yer almaz. Vatandaş için yargı
alacak-verecek dâvâları, yaralama gibi ihtilaflar için söz konusudur.
Sistem,
bozuk bir niyetle anayasaya yerleştirilmiştir. Hükümetler, kuvvetler
parçalanmışlığından çok çektiler ve çekmekteler. Ancak vatandaş, davulu
hükümetin boynuna asmıştır; ötesi onun derdi değildir.
Kuvvetler
parçalanmışlığının, topluma verdiği son zararı İlker Başbuğ dâvâsında
görmekteyiz. Sn. Başbuğ, "terör örgütü kurma ve yönetme" ithamıyla
tutuklandı. Müsned suç, garip ve düşündürücüydü. Nitekim, Sn. Erdoğan,
bir süre sonra "eski genelkurmay başkanı İlker Paşa, benim mesai
arkadaşımdır, tutuksuz yargılanması gerekir. Bu uygulamayı tarih
affetmez!" demişti.
Yalnızca bu kadarını diyebiliyordu;
kuvvetler parçalanmışlığı elini-kolunu bağlıyordu. İktidarda kim olursa
olsun bu mevzuat karşısında Başbakan daha fazlasını yapamazdı. Buna
rağmen muhalefet bile bile hükümete yüklenmekteydi.
Şimdi
görülüyor ki bu kuvvetler parçalanmışlığını Paralel Yapı, gayet ince
hesaplarla kullanmış. Kendi ideolojisi için kendi yargısını oluşturmuş
ve millet adına değil yapı adına zararlı gördüğü isimleri içeri almış.
Bugün suçlu-suçsuz birbirine karışmış vaziyette. Gerçekten darbeci veya
terörist isimler olduğu gibi içerde yok yere yatanlar da vardır. Ama
bunlar kimidir? Meçhul. Ancak iade-i muhakeme veya sil baştan
muhakemeyle anlaşılabilir. Hatta Hanefi Avcı gibi mahkûm edildiği halde
halk vicdanında mahkûm değil, mağdur sayılan kimseler de var.
İnsan
ömrü 600 sene mi ki 6 yıl da varsın tutuklu geçsin? Tutukluluk süresi,
inanılmaz olduğu gibi daha kötüsü verilen kararların yazılmamasıdır.
İlker Başbuğ misaline dönersek. 2 yıl 2 ay tutuklu kaldı. İki gün bile
tutuklu kalmasaydı kaçacak mıydı? Diğer soru şudur: Karar neden 7 ay
geçer de yazılmaz? Cevap yok. İşte o noktada devreye AYM girdi ve içerde
tutup karar yazmamayı "hukuk ve hürriyet ihlali" saydı. Bu arada
ÖYM'ler de kaldırıldığı için tabiî hakim Sn. Başbuğ'u tahliye etti. Ama;
hukuk, buna "tahliye" dese de vatandaşın kabulü başkadır. Veya şöyle
diyebiliriz; mahkeme, her ân kararı yazabilir ve Başbuğ tekrar içeri
alınabilir. İşte hassas nokta da orasıdır. İster misiniz yargıdaki
cunta, martın son haftasında hükümet aleyhine böyle bir oyun
tezgâhlasın? Başbakana "cihadist" diyenlere dikkat etmeli.