Bazıları, başbakanın güttüğü siyasete kızarak Türkiye'nin de bir gün Yugoslavya olabileceğine dair korkularını dile getirmekteler. Bilindiği gibi Yugoslavya, Balkanları terk etmemizden sonra kurulmuş, değişik ırklardan meydana gelen bir devletti. Birliği Tito, şahsiyetiyle ayakta tutmaktaydı. Diktatör ölünce Yugoslav halkı birbirine düştü, kanlı savaşlar oldu, belli başlı ırklar kendi devletlerini kurdular. İspanya yolunda Recep Tayyip Erdoğan'a Yugoslavya benzetmesi hatırlatılınca başbakan şöyle söylüyor. "Orada her etnik unsurun kendi dini, ibadethanesi var. Ama biz yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkeyiz. Bizi bir arada tutan sağlam harç da işte bu Müslümanlıktır." Yıllardır ağza alınmayan hakikat buydu işte. Güneydoğunun koptu-kopacak hale geldiği günlerde dahi ülkeyi yönetenler, bu mealde bir sözü sarf etmekten kaçındılar. Onlara göre dine atıfta bulunmak laikliğe aykırı davranmak olurdu. Nitekim sayın Erdoğan'a da seslendirdiği bu gerçekten ötürü sataşanlar çıkacaktır. Umursamaya gerek yok. Bir fikri herkesin kabul etmesi muhaldir. Herkes aynı kapasite, vizyon ve nasipte değil. Şemdinli ziyaretinde ahaliye hitap ederken bu derin mânânın kapısını aralamıştı "Yaradılanı severiz, Yaradandan ötürü". Yunus Ermeyi hatırlatmıştı. Yunus Emre, aynı zamanda Kürdün, Lazın, Çerkezin de gönül adamıdır. "Şol Cennetin Irmakları"nı bu Müslüman unsurların hepsi söyler. Fakat aynı Müslüman unsurlar, Haçlılara karşı gösterdiği büyük kahramanlıktan dolayı Selahaddin-i Eyyubi'yi de çok severler. Başbakan, uçakta yukarıdaki cevabı vermiş, mutlak hakikatten bahsetmiş, lakin tamamını dile getirmemiştir. Tayyip Erdoğan, her halde hakikate alıştırıyor. Sözün tamamı şudur: -Biz, bu memleketi teşkil eden bütün unsurlarla birlikte Müslüman'ız. Allah'ımız, kitabımız, Peygamberimiz, kıblemiz birdir. Bunlar denmese bile kalbden kalbe yol var. Mesaj alınıyor. Şemdinlili, Hakkârili, Yüksekovalı, başbakanlarının niyetini iyi okumuş ve ona kendisini bile şaşırtan ölçüde alaka göstermişlerdir. Tek harç İslamiyet'tir. Türkler üzerinde de Kürtler üzerinde de yıllarca yıkıcı çalışmalar yapıldı. Maksat işte buydu. Müşterek unsuru aradan çekip kardeşi kardeşe düşürmek. O yıpranmışlığı sür'atle telafi etmeli. Camiye girene, cenazeye gidene, bayramlaşana, selam verip geçene ırkı sorulmuyor. Şu gün dahi bir memurun, polisin, subayın, öğretmenin güneydoğunun herhangi bir ilinde, ilçesinde camide namaz kılarken görüldüğünde halk tarafından bağra basılacağına kimsenin şüphesi olmasın. Bu birleştirici unsurla, İslamiyet'in birliği, kardeşliği emreden, ayrılığın azap olduğunu haber veren telkinleriyle bin yıl tek milletin mensubu olduk. Milletin bir anlamı da din demektir. Aynı kıymetlere bağlı kalarak aynı mekânlarda aynı zamanlar birlikte hayat sürebiliriz. Bunlar olunca alt kimlik üst kimlik gibi tariflere ihtiyaç kalmaz. Osmanlı Türkleri, sadece Müslüman unsurları değil, gayrı Müslim unsurları da çok geniş bir coğrafyada uzun asırlar boyu bir arda yaşatmışlardır. Atalar, bunu başarırken torunların üstelik de Müslüman 2-3 unsuru bir arada tutamaması ayıpların ayıbıdır.