Milletimizin 3 günden beri başının daha dik, kendine güveninin daha fazla olduğunu hissediyoruz. Zira aslan gibi bir hükümetimiz var... Tenkide gelince yapılsın, eksikler dile gelsin..Sıra takdire gelince çekingen davranılsın. Neden? Şunu-bunu derler... Kim ne derse desin. Allah, ömür verirse gelecek yıl sütun sahibi olmamızın 30. yılını idrak edeceğiz. Yazdıklarımız da konuştuklarımız da ortada. Bu zaman zarfında inanmadığımız hiç bir fikre imza atmadık, doğru bildiğimizi de ortaya koymaktan çekinmedik. Bu prensipten hareketle söylüyoruz. Aslan gibi bir hükümetimiz var... Niçin gösterilen bir muvaffakiyeti takdir etmeyelim? Tersine, başarıları takdir edelim ki hayırlar, güzellikler artsın. Dile kolay... Sene 1959, Adnan Menderes hükümeti, Avrupa Ekonomik Topluluğu için müracaat ediyor. Sene 2002, AK Parti, iktidara geldiğinde mesele 43 yıldır gündemde, sürüncemede. Bu zaman zarfında 3 müsbet, 1 menfi olay cereyan etmiş. 1962'de toplulukla Ankara Sözleşmesini imzaladık. "42 Yıl" denmesi bundan dolayı. 1987'de Turgut Özal, vatandaşlara doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat hakkı getirdi. Gerçi AİHM, bizatihi AB kurumu değil ama AB'yi teşkil eden Avrupa'nın en etkili hukuki kuruluşu, Avrupa Konseyi'ne bağlı. Diğer müsbet gelişme 1995'teki Gümrük Birliği Andlaşması. Menfi olana gelince...O gün, ismi AT olan AB'nin "gelin Yunanistan'la beraber sizi de birliğe alalım" davetinin reddedilmesidir. Devrin başbakanı Bülent Ecevit, "onlar ortak, biz pazar olacağız" kaygısıyla bu daveti geri çevirmişti. Nereden bakarsak bakalım... Uzun bir hikâye, kaç hükümet, kaç dışişleri bakanı, kaç başbakan, kaç cumhurbaşkanı geçti. Bu zaman zarfında 3-4 darbe, 4 ekonomik kriz yaşandı. 70 sente muhtaç günlerden, bir dilim ekmeğe muhtaç kriz ortamlarından geçildi. Kaderin cilvesine bakınız. 4 Ekimde, bizim müzakerelere başlama kararı verdiğimiz günün sabahında 28 Şubatın başbakanlarından biri Yüce Divandaydı. İşte o zamanlardan müzakere yapmaya karar vermiş bir Türkiye'ye... Evet, müzakere tarihi almadık. Müzakere yapmaya karar verdik. Son söz Ankara'da söylendi. Kabul eden biz olduk, hükümetimiz oldu. Bütün diplomatik görüşmeler, siyasi temaslar, konuşmalar, tartışmalar hepsi şahsiyetli bir üslupla yapıldı. Milletimizin vakarı hakkıyla temsil edildi. Teklifler karşısındaki tavır net gösterildi "hiç bir değişikliği kabul etmeyiz". Bundan dolayı imtiyazlı ortaklık dayatması, artık küf kokan Ermeni iddiaları, Rum kurnazlığı ne varsa hepsi bu kararlılığımız önünde yok oldu. En güzel netice alınmıştır. Dün de dediğimiz gibi Türkiye, Avrupa'nın istikbalidir. Viyana'ya giderken de asmaya-kesmeye gitmiyorduk. Yine istikbali olacaktık. Macaristan ve Polonya'nın AB'ye girmemizi hararetle desteklemeleri bu tezimizin isbatıdır. Tam üye olmamızla iki ayrı dünya, iki medeniyet buluşacak, kültürler, renkler ve hayatlar zenginleşecektir. Ali Babacan'ın o efendi haliyle tam üyelik müzakerelerini çok iyi götüreceğine inanıyoruz. Lakin ortada çetin bir süreç var. Bu itibarla Abdullah Gül'ün Lüksemburg'da dediğini iyi anlamak lazım: "Bundan sonra her bakanın ilk işi AB müzakereleridir". 3 Ekim ikbalden idbara düşmüş bir milletin yeniden doğrulma tarihinin başlangıcıdır. Meseleyi iyi okumak lazım. 3 Kasım-3 Ekim sürecinde ülkeye önemli başarılar kazandıran bu hükümetin devam etmesi lazım. Güzel bir atasözü vardır... -Dere geçerken at değiştirilmez, der. Tam üyeliği kadar Recep Tayyip Erdoğan hükümetlerinin devam etmesinde zaruret görüyoruz. 2007'de seçim yapılacak. 2012'de yine seçim olacak. Bu iki seçimde de AK Parti'nin iktidarda kalması gerekiyor. O halde vazgeçilmez hayalimizi tekrarlayalım: Büyük konuşmak ne haddimize fakat büyük düşünmek görevimiz: -2005 Avrupa Birliği tam üyeliğinin kazanılması -2023 İstanbul'un AB'nin başkenti olması. -2071 yılının 26 Ağustos Cuma günü tekrar cihan devleti, süper güç olduğumuzun dünyaya ilânı.