Bu kaza çok şey öğretti

A -
A +
YAZARIMIZ RAHİM ER 6 AYDIR OĞLUYLA YAŞADIĞI ACILARI YAZDIBölüm-3 "Hesap numaranı ver ne kadar paraya ihtiyacın varsa yatıracağım" diyen, her saat dua eden, etrafımızda pervane dönen... Cüneydimiz kaza geçirerek bize insanlık dersi verdi Yaşadığımız büyük acının ilk günlerinde aziz kardeşim Dr. Nezih Berksoy aramıştı. "Abi, sizi yoğun bakıma sokuyorlarsa Cüneyd'le konuşun, onu okşayın, öpün. Hisseder" dedi. "İki gündür bunları yapıyorum" dedim. Hollanda'da yoğun bakım diye bir engelleme yok. Biz dua ederken; doktorlar, hemşireler çevremizden dolanıyorlardı. Türkiye'de neden hasta yakını, cam arkasından seyrettirilir? Hollanda fakülte hastanesi, ihtiyaç sahibi hastaya başında dua etsin diye kadrolu imam tayin etmiş. Âdem Hoca, Cüneydimize de birkaç kere Kur'an-ı kerîmin kalbinde, Yasîn-i şerîf'te ayet ayet şifa aradı. Ne tesadüf ki biz oradayken Hollanda ordusuna da tabur imamı tayin edildi. Keza yine orada iken şu haberi aldık. Alman devleti, her sene Alman vatandaşı 50 Türk gencini ilahiyatçı yetiştirmek üzere masraflarını kendisi karşılayarak Türkiye'ye yollayacakmış. Rehabilitasyon ihtiyacımız için gayrı resmi yapılan müracaatta ise GATA komutanının verdiği cevabı, aradaki değerli dostumuzu zora sokmamak için bahsetmeyecek, fakat bir gün İlker Başbuğ Paşa ile aynı mekânda olursak, bunu onunla paylaşacağım. Orduya en büyük kötülük, bazen kendi bünyesinden gelmekte!.. CUMHURBAŞKANI ÜZGÜNDÜ Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül aradı. Uzun konuştuk. Çok üzülmüştü. Çünkü, Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan gibi o da Cüneyd'i tanıyordu. Türkiye, Hollanda, Almanya, Fransa, İngiltere, Avrupa'nın her köşesinden sevdiklerimiz akın akın geliyorlardı. AMC'nin bahçesi dolup taşıyordu. Bir yandan onlarla meşgul olmak, bir yandan sürekli Cüneyd'e koşmak durumundaydık. Prof. Dr. Bingür Sönmez Hocanın yaptığını hiç unutamam. Daha kazanın haftasında atlayıp geldi. Sonraki günlerde Prof. Dr. Halil Koyuncu ve İstanbul Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Şafak Karamehmetoğlu da geldi. Özel Okullar Derneği Başkanı Rüstem Eyüboğlu ve Sayın Engin Güner ile Av. Sayın Ece Güner'in ilgileri ise ayrı bir yakın dostluktu. Bu arada Hollanda'daki dostlarımızı Ahmet Erdoğan ve eşleri Mecbure Erdoğan, İdris Aslanboğa, Hasan Öztürk, Adnan Alankaya ailesi ile Almanya'dan Mehmet Karabulut ve değerli evlatları, Sabit Avcı, Nihat Fırat, Fethi Daş ailesi ile daha birçok kıymetli insanı unutmamız imkânsızdır. Dr. Erkan Gümüş, Abdullah Güçlü ve iki güzel tıbbıyeli evladı, Ahmet ve Fatih, Gülali Alkılıç, İdris Aslanboğa, Hasan Öztürk, Mümin Çelik, Kâzım Güzel... Varlıklarıyla gurbeti, gurbet olmaktan çıkarttılar... Ama sadece bunlar değil. Daha yüzlerce, binlerce güzel insan. Hepsini anmamız imkânsız. İsmen anamadıklarımızdan özür diliyorum. Ama bilsinler ki onları hep seveceğiz. Dr. İsmail Kapan, Resul İzmirli, Metiner Sezer ve daha başka arkadaşlar sütunlarından bize destek oluyorlardı. Kardeşim Nuh Albayrak ise olayı bilhassa gündeme taşıyordu. Teşekkür edeceğimiz o kadar isim var ki.... Sıralamak imkânsız. Fakat Doç. Dr. Leyla Keser Berber'e mutlaka teşekkür etmeliyiz. Cüneyd'in üniversiteden Hocası. Ne yapıp etti, Cüneyd kendinde değilken; o, birlikte yazdıkları "Özel Hayatın Gizliliği" adlı kitabı, İstanbul'da ilk baskıya yetiştirdi ve bize ulaştırdı. Prof. Dr. Niyazi Öktem'e teşekkür, Bilgi Üniversitesi sahibi Latif Mutlu'ya teşekkür... Ve tabii Zaman gazetesi temsilcisi Bekir Uyanık'la Fatih Koleji temsilcisine teşekkür ediyoruz. Bu arada bir teşekkür borcumuz da Dr. Şeyma Başlılar ve kazazede eşi Osman Başlılar'a... Kendi acılarını bir tarafa bırakıp bize hizmet verdiler. İki teşekkürümüz daha var. Yavuz Donat ve Mustafa Karaalioğlu'na. Hem Hollanda'da, hem ABD'de iken bizi aradılar. Yavuz ağabeyin dedikleri hep kulaklarımda, "Ne talimatın varsa, ne yapılması lazımsa hazırız, telefonum 24 saat açık ve emrinde." Mustafa kardeşim de benzer sözlerle aradı. Nasılsa ulaşabilen birçok vali ve belediye başkanımız da bu nezaketi gösterdi... YÜKÜMÜZÜ ÇEKEN GENÇLER O yoğun ziyaretçi günlerinde, o anlatılmaz acı zamanlarımızda bir de yükümüzü çeken aziz gençler vardı. Mehmet Güneş, Oğuzhan Özkurt, Fatih Yılmaz Akan, Tahir Gürdil, Taha Beşdere... Bunlardan ilk ikisi Hollanda'da, diğerleri Türkiye'de, öz evlattan farksız gayretler içinde oldular. Tabii İsmail Hakkı Sağırlı ve Mürüvet Sağırlı. Dr. Şule Arvas, Ayşegül Miroğlu Ağaoğlu ve eşi çok değerli Bahri Ağaoğlu... Bunlar yükün altındaki insanlar. Türkiye'den Hollandaya kadar gelme zahmetine katlanalardan biri de çok sevgili ağabeyimiz Aydoğan Ünal'dı. Her zamanki pozitif bakışıyla etrafına yüksek moral aşıladı. Teşekkür etmeden geçemeyiz. Bir teşekkür de İsviçre'den gelen zarif ve naif genç Dr. İhsan Gündüz ile Macaristan'dan gelen samimiyet timsali bir başka genç Muammer Osmanağaoğlu'na... Ya Belma Yakupoğlu? İstanbul'da candan, kalpten bizim için koşturan bir müstesna aile dostu. Ve elbette BKY ailesi. Allah hepsinden razı olsun. Kimi, kimleri hangi dua edeni, hangi ziyarete geleni anlatmalı? Bu imkânsız. Hepsine çok kere gözyaşları içinde dua ettik, ediyoruz. Cüneydimiz bize adeta kaza geçirerek insanlık dersi verdi. İnsanları, "insan oğlu insanları" bize göstererek, adeta "ibret alın" dedi. Bu kaza ile biz insanlıktan yana çok şey öğrendik. Hesap numaranı ver ne kadar paraya ihtiyacın varsa yatıracağım diyen, her gün her saat dua eden, Kur'an okuyan, Yasini Şerif okuyan, sadaka veren insanlar daha başka nasıl anlatılabilir? THY BÜYÜK BİR MARKAMIZ İlk günlerde THY Genel Müdürü Temel Kotil, yardımcılarıyla geldi, sonra yönetim kurulu başkan yardımcısı Hamdi Topçu, sonra yönetim kurulu başkanı Candan Karlıtekin ve daha başka yöneticiler geldi. Temel Kotil ve Candan Karlıtekin ikinci defa da geldiler Geldiklerinde onlar da sıkıntıdaydı. Büyük bir kaza geçirilmişti. Yüze karşı ağır konuşan yolcu yakınları varmış. Dolayısıyla ihtiyatlıydılar. Onları şu sözlerimizle rahatlattık; "THY, TSK'dan sonra ikinci en büyük dünya markamızdır. Kimse şirketi zora girsin istemez. O kaptanları da rahmetle yad ediyoruz. Onlar, belki de kendilerini feda ederek birçok yolcunun kurtulmasına vesile oldu..." Buna benzer komuşmalar, gelen başka üst düzey THY yöneticileriyle de oldu. Öyle ki bizim konuşmalarımızı dinleyen bazı yöneticilerin dışarı çıktığında ağladığını sonradan bize anlattılar. Kolay değil. Acımızı içimize gömerek bunları söylüyorduk. Bu kaza çok şey öğretti

CÜNEYD'İN DÜĞÜNÜNE GELECEKSİNİZ Yoğun bakımda doktorlarla toplantılar oluyordu. Hiçbir ümit ışığı vermiyorlardı. Her sorumuza, 'başlar iki tarafa sallanarak' karşılık veriliyordu. Tabii ki öyle... Doktor, tıbbın imkânlarını kullanan bir meslek sahibi. İşte o andan itibaren olanca irademizi kullanmaya karar verdik. Doktorları mutlaka motive etmeliydik. Onların en ümitsiz oldukları anlarda, 'Hayır, siz İstanbul'a Cüneyd'in düğününe geleceksiniz' diyordum. Sık toplantı oluyor. Ameliyatlar, yapılacaklar hakkında bilgiler veriliyor. İstisnasız her toplantıda onları teşvik ettik, yüreklendirdik. Bu kaza çok şey öğretti

Cüneyd Er, Formula1 pistinde... Yoğun bakımda geçen 78 gün 60 günü ağır, kalanı orta yoğun bakımın ardından Cüneydimiz normal servise nakledildi. Doktorlar, "rehabilitasyon için yer aramanız lazım" dedi. İşte tedavinin ABD safhası bu sözle başladı... Cumhurbaşkanı, başbakan, başbakan yardımcıları, bakanlar aradılar, fakat Ulaştırma Bakanı'yla iyi tanıştığımız halde sesini duyamadık. Bu bir şey değil, kimse mecbur da değil, ama Hollanda'ya giden o uçakta yolcu yakınlarıyla birlikte Sayın Binali Yıldırım da olmalıydı. Güzel olanı, yakışanı buydu. Biz Hollanda'da iken arayanlardan biri de Muhsin Yazıcıoğlu idi. Bir cumartesi günüydü. Hastane bahçesindeydik. Muhsin Bey'le konuştuk. "Defalarca aradım, bir türlü ulaşamadık" dedi. Cüneyd'in durumunu sordu, bizi teselli edici sözler söyledi. Biz de "Dostum, sizi seviyoruz. Her zaman da yanınızdayız. Dün burada arkadaşlarınızın yaptığı Nizam-ı Âlem Camii'nde Cuma namazı kıldık. Ne güzel olmuş, Allah hizmetlerinizi çoğaltsın" dedim. Biraz daha konuştuktan sonra helalleştik, vedalaştık. On gün sonra şüpheli bir kaza geçirdi, şehid oldu... DEVLETİM YANIMDA O günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la bir görüşmemiz daha oldu. Dediği sözü hiç unutmayacağım: "Orada bir sıkıntınız varsa, Hollanda Başbakanı Balkanende'ye hemen söyleyeyim." Bu desteği elbette unutmak mümkün değil? 'Devletim var, yalnız değilim' diyorsunuz. Aynısını gıyabımızda Sayın Cumhurbaşkanımızın da THY Genel Müdürlüğünü arayarak yaptığını bize söylediler. Hakikaten THY de bu büyük acımızın, bu çok büyük imtihanın Hollanda ayağında fevkalade yardımcı oldu. Aile destek birimi gençleri etrafımızda adeta pervaneydi. O desteklerle bir nebze olsun teselli bulabiliyorduk. Fakat Hollanda safhasında... Cüneydimiz, AMC'de 78 gün yoğun bakımda kaldı. Bu zamanın 45 günü gözlerini açamadı, hep uykuda geçti. Derin, büyük bir yorgunluğu vardı. 78 günün 60 günü ağır yoğun bakım zamanıdır. Kalanı orta yoğun bakımda geçti. Sonra normal servise nakledildi. Yoğun bakımdayken biz, 54 gün o ünitedeki bir odada yatıp kalktık. Otelimiz vardı ama oğlumuza her an yakın olabilmek için hemen yanındaki bir odayı mesken tuttuk. O anları, o günleri... Bu anları, bu günleri... Yaşadıklarımızı, çektiklerimizi, ıstıraplarımızı, o doktor toplantılarını, o ümitsiz adamları adeta silkeleyip kendilerine getirmek için yükü nasıl omuzladığımı anlatmak imkansız! Lezzet anlatılamaz, tadılır. Istırap da öyledir. Lezzet paylaşılır. Istırapsa uzak tutulur. Bir şeyler söylüyor ve yazıyoruz, ama onlar bizden o kadar uzakta ki!.. REHABİLİTASYON NE DEMEK? Yoğun bakımda birinci ayın sonundaydık. Yine toplantı yaptılar. Doktorlar adına yoğun bakım doktoru dedi ki; "Şimdiden rehabilitasyon merkezi aramanız lazım. Burada gününüz dolunca tutmazlar. Zorda kalırsınız!" Bu söz, çok garibimize gitti. Hollanda'daydık, Avrupa'nın ortası. Tedavinin tamamının orada olacağına öylesine inanmıştık. "Hayır" dedi adam, "Hollanda imkânları bu kazazedeyi tedaviye yetmez!" Bu cümlenin ruhumuzdan hangi kayaları düşürdüğünü tahmin edersiniz. İşte tedavinin ABD safhası bu sözle başladı. Rehabilitasyon... Kelimenin kendisine yabancıydık. Dünyada böyle bir tedavi varmış, onun kendi içinde kısımları varmış. Birçok yerler üzerinde duruldu. Fakat zaten heyete sözcülük yapan rehabilitasyon doktoru adını koymuştu; ABD. Biz boşa ülke ülke tarama yaptık. Türkiye olsun dedik. Ama hayal kırklığına uğradık. Terör ve trafik teröründen dolayı bu kadar kazası olan, nüfusunun onda biri sakat bir memlekette nasıl olur dünya standartlarında rehabilitasyon merkezleri olmaz? Bu soru Türkiye'nin önceliklerindendir. 25 Şubat'ta Hollanda topraklarına ayak bastık, 8 Haziran'da ayrıldık. Güzel insanlarla tanıştık, yeni güzel dostlarımız oldu. Onlardan çok şey öğrendik. Fedakârlık öğrendik. Sonra o sevgileri kalbimizde olduğu halde uzun bir uçak yolculuğuyla Washington DC'ye geldik. Amerika, hastane ve biz ve yaşadıklarımız... Bunlar şimdilik kalsın. Onları da bir başka sohbette dile getirelim. O kadar çok anlatılacak var ki, Hollanda'da 3.5 ay kaldık. 8 Eylül'de Washington'da da 3.5 ayı dolduracağız. Daha ne kadar buradayız? Bir bilebilsem! Kader bilinmez. Daha çok yolumuz var... Uzun bir sabır yolundayız. Bu yolu sevgiyle aşmaya çalışıyoruz. GECELER KAÇ SAAT? Son söz, Muhteşem Süleyman'ın: Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi / Ne büyük zenginlikler içindesiniz bir bilseniz!.. Son nokta; Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilür? / Mübtelayı gama sor, kim giceler kaç saat... / Gecenin ne kadar uzun olduğunu yıldız ilmi ehli ile zaman ayarcıları nerden bilsin? / Derdi olana sor ki geceler kaç saattir... Sahiden geceler kaç saat? Son dua, ilk dua... Ya Allah! Ya şâfi! Avrupa'daki Türkler harika Avrupalı Türkler bir harika. Fedakâr insanlar. İnsan gibi insanlar. Yakın arkadaşlarımıza meleklerin gıpta ettiğine eminiz. Haydi onlar bizi tanıyor. Diğer vatandaşlarımıza ne demeli? Ziyarete geleli, tanışalı daha 5 dakika olmuşken, illa "bize gidelim. Paranız var mı? Çamaşırlarınız verin götürelim" teklifleriyle karşılaşıyorsunuz. Anadolu evlatları, bütün güzel hasletleriyle Avrupa'ya gelmişler. Çok önceleri yazmıştık. Avrupa'ya vaktiyle bu Anadolu çocukları değil de diplomalı yarı aydınlar gelseydi çoğu asimile olurdu. Nitekim aynı hastanede bir Prof. Dr. Türk vardı, ihtimal vermiyoruz ama ilk saatlerde uğradıysa uğramıştır, sonra hiç görmedik. Hele doğrudan doğruya yoğun bakımda çalışan bir Türk doktor ise hem Türklüğünü ve hem de yüzünü bizden sakladı. Aynı koridorda günde birkaç kere karşılaşıyorduk. Bırakınız selam vermeyi veya almayı, bizi görünce bakışlarını saklayacak yer arıyordu! Derdi neydi, neden korkuyordu, anlayamadık. Bize "bir zavallı insan örneği göster" deseler, onu gösteririm. KİLİSEDEN CAMİYE!.. Anadolu çocukları ise Avrupa'yı adeta fethetmişler. Şunu gördük; Avrupalı Türk, Üçüncü Viyana'yı gerçekleştirmiş, fakat kimsenin haberi yok. Burada Osman Elmacı'dan söz etmeliyim. Hollanda'da bir Türk siyasetçi. Değme sinema artistinin eline su dökemeyeceği kadar yakışıklı. Yüzü gibi huyu da güzel bir vatan evladı. Hıristiyan Demokrat Parti'de. Aynı zamanda sendikacı. Dedesinden şöyle söz etti; "Buraya ilk geldiğinde bir cebinde soğan, bir cebinde patatesle manava gidermiş. Patatesi gösterip patates, soğanı gösterip soğan istermiş!.." Onlar, Amsterdam'ın en büyük kilisesini satın alıp Fatih Camii yapan kahramanlar. İşte bu dedenin torunu bugün Hollanda'da milletvekili olmanın eşiğinde. Bir ibretlik vak'ayı ise anlatmadan geçemeyeceğim... İnsanlar, Avrupa'nın her yanından hastaneye taşınıyor. Onlarla bahçede sohbet ediyoruz. Bir akşamdı. Söz Abdülhamid Han'a geldi. Bazı fevkalâdeliklerini anlatıyordum. Bir kerametinin nakli ağzımda yarım kaldı. Tam o sırada Ayşenur Miroğlu geldi, "Rahim amca, Sultan Abdülhamid Han'ın torunu Harun Efendi size ulaşamıyormuş, telefonda" diye elindeki telefonu havaya kaldırdı, koştum... THY NE YAPMALI? THY'ye yakışan, kaza geçirmiş yolcular ve yolcu mirasçılarıyla anlaşmadır. Sigortayı buna ikna etmeli. Anlaşmak, mağdurların da THY'nin de lehine olacaktır. THY yolcu yakınlarına Hollanda'da iyi sahip çıktı. Onları yalnız bırakmadı. Amsterdam itibariyle teşekkür hakkı, teslim gereğidir. Ama hâlâ Washington DC'de yoklar. Arayıp sordukları, "öldünüz mü-kaldınız mı" dedikleri yok. Sadece THY New York Müdürü İhsan Baytan. Eksik olmasın, 8 Haziran günü bizi hava alanında karşıladı, hastaneye kadar refakat etti. İki kandilde aradı. Bir keresinde de gelip bizi dinledi. O kadar. Şimdi o da yok! Herhalde gözden ırak olunca gönülden de ırak olduk... BANA ULAŞMAK İSTEYENLER... Olanca dikkatimi Cüneyd'e vermeliydim. Zerrece dikkat sapması olmamalıydı. İlk iki günden sonra telefonlarımı kapattım. Zaten yetişmek mümkün değildi. Bütün yük Ömer'imizin omuzlarındaydı, ilk günden beri omuzlarında dağlar taşıdı sanki! Bu sebeple bize aylarca ulaşamayan herkese hem teşekkür ediyor ve hem de onlardan özür diliyoruz. Hâlâ ulaşmak isteyen varsa, işte telefonum: 001 202 877 1376 6 ay önce, oğlu Cüneyd Er'in geçirdiği uçak kazasından sonra yazılarına ara vermek zorunda kalan yazarımız RAHİM ER 31 Ağustos Pazartesi gününden itibaren Entellektüel Boyut'u ile yeniden aramızda olacak.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.