Bardağın dolu tarafını görmek mi, menfaatlerimize daha uygun düşer, boş tarafını görmek mi? Kavgalara, belki savaşlara yol açacak konuşma paragraflarını ön plana almak mı daha iyi, müşterek taraflarımıza dikkat çekmek mi? Bir de kader denen gerçek var. Seyahate istediğiniz ülkeye gidebilirsiniz. Ancak komşular konusunda o kadar hür değilsiniz. Birtakım insanlarla, topluluklarla, milletlerle bir arada yaşamak mecburiyetindesiniz. Zamanında atalarımız batıya değil de doğuya yönelselerdi biz belki şimdi Amerika'da Kızılderili veya Japonya'daydık. Biz tarihin uzun yolculuğundan sonra Anadolu topraklarındayız. Bu topraklarda olmak demek, etrafımızda çepeçevre yer alan bir çok milletle birlikte yaşamak demek. Bir dönem onlar külliyen teb'amızdı, bayrağımızla adaletimiz altında yaşarlardı. Onlar, Kürtler, Araplar, Gürcüler, Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler vs. Bir dönemse hepsiyle kavgalı olduk, kapıştırıldık. Bu milletlerin değil siyasetlerin kavgasıydı. Suriye sınırının teşkil eden kilosu 3 milyonluk telin iki tarafında kalan binlerce insanın bir asırlık bayramlaşma çilesini hatırlayınız. Propaganda filmini trajikomik konusunu da hatırlayınız. Mesut Barzani "Kerkük, Kürdistan'ın kalbidir, gerekirse savaşırız" dedi mi demedi mi? Tutun ki dedi. Ne çıkar bundan? Üstelik demiştir de. Mesut Barzani, bu devletin dengi mi? Sen yeter ki Ankara'nın güvenlik sınırının Kerkük'ten geçtiğini unutma. Önemli olan problemi bu noktaya getirmemekti. Önce Kürt yoktur diye kanun çıkarttık. Kürtçeyi yasakladık. Ardından bunları sil baştan yapıp Kürt kimliğini tanıdık, bu iç politikadaki muazzam tutarsızlıktı. AB kendi ağzıyla bizi davet ettiğinde "onlar ortak biz pazar olacağız" dedik, sonra kapılarını aşındırdık. Bu da dünya siysetindeki zikzakımızdı. Irak'ta Kürt devletine giden süreç adım adım gerçekleşti. Meclisleri toplandı. Ankara'dakilerin ayranı kabardı. Bayrakları asıldı, Ankara'dakilerin ayranları kabardı. Fakat sadece kabardı. Sonrası boş. Sonunda oralar izinle girilen, vergi verilip geçilen yerler oldu. Bu da bölgedeki açmazımızdı. Türkiye'yi tutarsızlıklar, zikzaklar ve açmazlar üçgenine hapsenlere tarih herhalde iltifat etmeyecektir. Cüce mantıklarla kısır politikalar güdüldü. Hadi itiraf edelim, bunu itiraf etmekle bir şey kaybetmeyiz. Ankara uzun seneler tarihiyle de kavgalı kaldı, çevresiyle de. Zaten dünya diye bir varlık yoktu. Uzaklarda bir Amerika, daha yakınlarda Fransa, biraz ötemizde Suriye, İran gibi devletler yaşıyordu. Düşmanlarla çevriliydik... Onun için şu günlere gelişimizin çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Kendi kendimizle de, komşularımızla da dünyayla da barışık olmamız lazım. Bir adanın üçte biri dış politikamız olamaz. Bir ruhban okulu yolumuza neden taş olamaz. Bir vatandaşımızı niçin önce hapse atıp sonra eline yeşil pasaport veriyoruz? Ürkek ve güdümlü politika devri bitmeli. Dün öğleden önce Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Mesut Barzani'yi televizyonda gördük, öğleden sonra da Mesut Barzani ve tercümanını. Hain demek, hakaret etmek, bardağın boş tarafını göstermek, ihtilaf çıkartmak kolay. Zor olan dost olmak ve dost kalmak. Bu saydığımız insanlar birbirlerine ne kadar da benziyorlardı, müşterek tarafları aykırı taraflarından o kadar çoktu ki, onlar bu toprakların çocukları. Bazısı İngilizin cetvelle çizdiği toprakların bu tarafında bazısı öbür tarafında. Türkiye başbakanı Tayyip Erdoğan, Kuzey Irak'a gitse Celal Talabani veya Mesut Barzani'den daha az alkış almaz. O manzarada acı olan, bizi yaralayan ne oldu biliyor musunuz? Bu toprakların çocuklarının onları birbirlerine düşürenlerin diliyle anlaşmaları. Kürt çocukları, İngilizce yerine Türkçe konuştuklarında, biz bunu başarabildiğimizde bu topraklar kavga mevzuu olmaktan çıkacaktır. O zaman kardeş olduğumuz daha iyi anlaşılacak. O zaman sun'i sınırlar, senaryo ihtilaflar kavranacak. Biz kurmalı oyuncaklar değiliz.